Hiçlik – Hiççilik

“Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen bir hiç ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir,” der Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî.

Felsefe tarihinde “varlık” ve “hiçlik” sorununu ilk kez dile getiren Parmenides’tir. Onun ünlü önermesi “Varlık vardır, yokluk yoktur” önermesidir. Böylece felsefede bir ontoloji (varlık felsefesi) ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak bilgi de varlığın bilgisi olarak kabul edilmiştir. Bu “varlık” kavramı değişmez bir ilke olarak ileri sürülmüş ve “hiçbir şey yoktan var olmaz ve hiçbir şey de vardan yok olmaz” ilkesi benimsenmiştir. Parmenides’in ünlü sözü; “Ex nihilo nihil” yani hiçlikten hiçlik çıkar. Bu bir varlık merkezli düşünme geleneğidir. Gorgias da “Hiçbir şeyin varlığı kanıtlanamaz” diyerek “agnostik bir nihilist” örneği vermiştir.

Ancak, hemen karşısında Heraklit, “Her şey değişmektedir, tek değişmeyen değişme ilkesidir” diyerek kalıcı bir şeyin olmadığını ileri sürmüştür. Heraklit’in bu ilkesi kendi çağında dikkate alınmadı, ta ki 18. yüzyıl Avrupa felsefesinde Hegel bu değişim ilkesini diyalektik olarak ele alıncaya dek.

Antik Yunan felsefesinde olduğu gibi matematiğinde de sayılar “bir” yani varlıkla başlar. Yokluk yadsınmıştır. Bunun doğurduğu sorun, hareketin açıklanamamasıdır; çünkü hareketin var olabilmesi boşluğu gerektirir.

Buna karşın Hint’te “sunyata” boşluk veya hiçlik temel alınmıştır; bu ise merkezsiz düşünme olanağını sağlamıştır. Bilindiği gibi Hintli matematikçiler “sıfır”ı bulmuşlardır. İşte bu buluş Arap bilim insanları yoluyla Avrupa toplumlarına geçmiş ve artık sayılar bir ile değil sıfır ile başlatılmıştır. Sıfır temel alınınca, sıfırın solunda eksi değerli sayılar ve simetrik olarak da sıfırın sağında artı değerli sayı skalası oluşturulmuştur. Böylece varlık-hiçlik diyalektiği matematiğe de girmiştir. Ne saltık varlık ne de saltık hiçlikten söz edilebilir; asıl olan ikisinin devingen birliği olarak “oluş”tur.

Sunyata, Buda’nın öğretisinde “Nirvana” diye adlandırılmış ve “Nirvana’ya eren bir bilinç, sunyata’yı deneyimler ve mokşa’ya kavuşur,” denmiştir.

Spinoza, insan benliğinin kendinden kaynaklı olmadığını ve onun varlığının diğer tüm varlıklar gibi Tanrısal töze dayandığını söyler. Böylece insan benliği, kendinde “hiç”, tanrısal tözde ise “hep”tir.

Martin Heidegger, “Var olan her şeyin altında hiçlik bulunur. Varlığın doğası hiçlikten kalkarak açıklanabilir,” demiştir. Ve yine o, “Varlıktan bir adım geriye çekilerek varlığa bakmalıyız,” der.

Bir de bilindiği gibi felsefede “hiççilik” yani nihilizm akımı vardır. “Hiççilik” saltık kuşkuculuktur. Genel geçer herhangi bir bilgi ve ahlâkın olamayacağını savunur. Her şeye kuşku ile bakar. Dolayısıyla da bu tutum otoritenin reddine dek ilerler. Bu görüşe göre, ahlâk, ancak yaşamı geliştirici olduğunda olumludur.

Postmodern sanat ve felsefede, imgelem gücünün sürekli yıkıma odaklandığını görüyoruz. Kalıpları kırmak, sanatın yaratıcı kaynağına ulaşmak için yapıbozum, eş deyişle yapısöküm ilkesi benimsenmiştir: her türlü geleneği yapısöküme uğratarak hiçin yaratıcı gücüne ulaşmak.

Heideggerci mirası post-yapısalcı bir tonda yeniden yoğuran differentia ilkesiyle Derrida’dır ki evrensel bir hakikatin reddiyle, imgelem gücüne bir çağrı yapmıştır. Ve dilbilimsel düzlemde us kuramı geliştiren Habermas’tır ki imgelem gücünü usun denetimine alır. Burada görüldüğü gibi, evrensel usun tek tanrıcılığına karşın, imgelem gücünün çok tanrılı yaratıları karşı karşıyadır.

Çağdaş psikolojide kişilik yıkımı olumsuzdur. Freud’un “matem ve kara duygu”sunda, Kristeva’nın “black sun; kara güneş”inden kalkarak kara duygunun dünyaya karşı bir ilgi kaybı ve derin kederi gösterdiğini öğreniyoruz. Bu ilgisizliğin giderek kendini kınama ve kendinden nefret etmeye dönüşürse intiharlara neden olduğu bildirilmiştir. Bu durumda insan yitiktir; bir hiçtir. Bu yitişin arkasında herhangi bir sevgi nesnesi değil, birincil sevgi nesnesi olan anne vardır. İşte bu karmaşık ve merkezsiz bir dünyadan, yani hiçlikten sökün eden “kara duygu” ve mania kişiyi ümitsizliğe düşürür ve yaşamsal kaygı yaratır.

Hermetik ve Gnostik gelenek ile Tasavvuf ve diğer yanda da Budist gelenekte “hiçlik” yeniden doğma ilkesidir.

Bu geleneklerde hiçliğe varmak, sıfırdan kendini kurmanın olanağı olarak önerilmektedir. Bir başka deyişle, insanın doğal ve kültürel kölelikten kurtulup özgür olması için ölüp dirilmesi gerekir. Bu ölüm doğal bir ölüm değil, iradi bir ölümdür. Ego veya beşerî ben, kültürel, uzlaşımsal ve tasarımsal bir bendir yani özgür değildir. Kültürel içerik kişiye miras kalır, çocukluk evresinde hiçbir direnç gösteremeden alımlanır ve alışkanlıklara dönüşür. Bu bir yandan konfor sağlarken diğer yandan da bireysel özgürlükleri kısıtlar, hatta yasaklar. Bu durumda kişi, mirasın yani kültürün koruyucusu olur. Kişi kendi özüne yabancılaşır. Asıl benliği yitiktir ve karanlıktadır. İşte bu yabancılaşma, yitiklik ve karanlık, Hermetik gelenek ve onun izleyicileri için temel sorunsaldır.

Buna karşın, “saltık ben” veya “saltık özne” “hiçlik”tir; olumsuz-özgürlüktür. Beşerî benliğin yani doğal bilincin yadsınmasıdır.

İbrahimî dinlerde her insanın (insan adayı) dünyaya geliş ve aslına dönüş serüveni, İbrahim Nebi’nin yaşam serüveni özelinde anlatılır.

Bu özetle şöyledir: İbrahim Harran’da baba evinde bir aile babasıdır ve bu anlamda adı Avram’dır. Kıtlık nedeniyle, baba evinden “karanlık ülke” anlamında Kem diyarı olan Firavunun ülkesine göçer. (Bu nedenle de kavim İbrî, Hibru, İbrani diye adlandırılır.) Bu keyfi ve köleleştirici yönetim düzeni karanlıktır; özgürlükler zalim bir yönetim altında karartılmıştır. İbrahim Nebi orada yitik yani gariptir, gurbettedir. Kendi özüne yabancılaşmıştır. Bu serüven sırasında kendisi ve kavmi çeşitli zorluklarla savaşmıştır. İbrahim baba evine döndüğünde artık garip değil ama “karib”dir, yani akrabalarına kavuşmuştur. Ve Kur’an-ı Kerim’e göre “muvahhit” yani “tek başına bir ümmet” eş deyişle özgür birey olunca, artık adı değişir. Rabbi yani iç sesi ona “Artık adın Avram çağrılmayacak, Aba-Ra-Him çağrılacak,” der. Avram aile babası demek iken, Aba-Ra-Him ise “halkın nur babası” demektir. Artık o, kavminin imamı yani önderidir.

Kem ülkesinde kalan ve Firavunun emriyle köleleştirilen İbrani kavmi (göçerler) için bu kez bir Mısır Prensi olan Musa Nebi kendi soydaşlarına yapılan zulmü görünce onları bu kölelik evinden özgürlük evine götürmeye karar verir. O da Rabbinin yani iç sesin buyruklarına uymuştur. Burada Rab dışsal olmadığı için Musa’nın kendi dehası olarak özgürlük ilkesidir.

Bu, kölelere özgürlük değil –ki bu köleliği kurumlaştırır– kölelikten özgürlüktür; çünkü onlar adına başka güçler özgürlüğü dışarıdan vermemiştir. Tüm kavim kırk yıl çöllerde gezerek ve ata ülkesindeki işgalci güçlerle savaşarak özgürlüklerini kazanmışlardır.

Sekine – Miskin – Mesken

Musa çölde Horeb denen ve Tûr-i Sînâ diye de bilinen bir dağda yalnızlığa çekildiğinde Rabbi ona bir rüyette gördüğü imgeye uygun bir mabed-çadır yapmasını buyurur.

Bu mabed-çadır, “toplanma çadırı” adıyla Tanrı buyruğuna mishkan yani “mesken” olarak inşa edilir. Bu mabed-çadır geri dönüş serüveninde her konaklamada kurulup her yürüyüşte de sökülüyordu. Tabernacle denen bu çadırın kutsalların kutsalı bölümünde Aron-ha-Kodesh, “ahid sandığı” bulunuyordu. Bu sandık, kavim yerleştikten sonra taştan inşa edilen Süleyman’ın Mabedi içine yerleştirildi. Ve artık çadır kaldırıldı, yani göçebelik sona erdi.

Bu mabetlerden amaç, hem birtakım ritüeller yoluyla kavmi bir disiplin altında birleştirmek hem de huzur yani barışa kavuşmak için, Shekina’nın inişi için dua etmekti. Mabedin Mishkan adı bu Shekina kavramından gelmektedir. Bu dua bir tür meditasyondur ve huzur oluştuğunda bu huzur deneyimlenmiş olur. Kur’an-ı Kerim’de de Mesken ve Sekine diye anılmıştır.

Ata-tapım dinlerinde, kavimler kendi törelerini büyük atalarının mezarını törenlerle ziyaret ederek gerçekleştirirlerdi ve buna da “Ata ruhu” denirdi. Bu tür anıt mezarlar shrine diye bilinir. Bu törenlerle kişiler kendi özleri yerine bir soy ve onun töresine bağlanırlardı ve bu onların kimliklerini oluştururdu.

Musa’nın inşa ettiği mabette ise ölü kemikleri değil, mabedin merkezinde “yasa kitabı; Tanrı ile ahid” yer alır. Adil bir Yasa, toplumsal barış ilkesi olarak sükûn ve huzur oluşturur. Nitekim Musa Nebi, Yasanın Peygamberi olarak bilinir.

Tüm bunlardan başka, kendine özgü bir anlatımla, ölüp, ölüler arasından dirilip semaya ağdığı söylenen İsa’nın mezarı boştur. İçine giren ‘Hiç’le karşılaşır ve hiçlik aynasına bakan kendini görür ve kendine kavuşur.

İsa’nın mezarı yani ruhun mahalli, Muhammed Nebi’nin tesis ettiği mabettir. Hıristiyan kilise ise bu boş mabedin içini pagan geleneklerine uygun resim ve heykellerle doldurdu; hiçlik aynasının üzerinde bir sürü imge onu perdeledi ve seyirlik bir panayıra dönüştü. İsa’nın Süleyman’ın Mabedi’ne girdiğinde, “Bu mabedi panayır yerine çevirdiniz” demesi, kendinizi unutup eşyalara tapıyorsunuz demekti.

Bu nedenle, Muhammedî mescidin içinde hiçbir beti, resim ve heykel bulunmaz. Hiçlik mabedine giren, zihinden azat olup ruhuyla baş başa kaldığında “sekine” iner; ruhlar teskin olur.

İbrani geleneğinde İsa ne ise Brahman geleneğinde de Buda odur. Nirvana yani hiçliğe ermek, tüm kültür inanç ve geleneklerin baskı ve yüklerinden kurtulmaktır. Başka bir deyişle, bağnazlık, cehalet ve kaba gücün etkisinden kurtulmaktır.

Süleyman’ın Mabedi’nde, Hokhmah (hikmet) ve Binah (anlayış) oluştuğunda Shekina iner ve Mishkan tesis olur. İsa’nın dediği gibi, düğün bayram olur (holy wedding). Yürekler sevinçle dolar.

Sözü edilen mabetler bir ülkü mabedi olarak ideal toplum projesidir. Ülkü mabedi inşası, bitimsiz, dirimli bir süreçtir ve sürekli çalışma gerektirir.

Aziz Paul (Pavlus) şöyle der: “Bilmez misiniz ki Tanrı’nın mabedi sizsiniz ve Tanrı’nın ruhu sizde durur. Eğer bir kimse Tanrı’nın mabedini bozarsa, Tanrı da onu bozacaktır, çünkü Tanrı’nın mabedi mukaddestir; o mabed sizsiniz.” (1. Korintliler, 3/16-17)


* Metin Bobaroğlu’nun 16 Mayıs 2021 tarihindeki Zoombalaki çevrimiçi oturumunda yaptığı “Hiç” başlıklı konuşmasının sunum metnidir.