Sümerler

Günümüzde tarih Sümer’le başlatılmaktadır. En eski belgesel bulgular Sümerlere aittir. Sümerler, kendilerinden sonraki uygarlıkları etkilemeleri bakımından önem taşırlar. Sümerler, bilinen ilk yazı olan çivi yazısını kullanmışlardır. Bulunan tabletlerde çivi yazısıyla yazılmış yazıtlardan anlaşıldığına göre, Sümerler, yönetim, politika, eğitim, edebiyat, felsefe, ahlâk, tarım ve tıp gibi alanlarda önemli gelişmeler kaydetmişlerdir. Ortadoğu mitosunu, özellikle İbrani mitosunu besleyen destanların birçoğu Sümer kaynaklıdır; ünlü Gılgamış Destanı gibi.

Antik Çağda Ortadoğu uygarlıkları, Sümer, Akad, Hitit, Babil, Asur, Mısır, Fenike, Urartu, Arami, Keldani, İbrani uygarlıklarının içiçe geçmesinden oluşmuştur. İ.Ö. 3000’de Sami Akadlar, Mezopotamya’nın güneyinde yerleşmişler ve orada Sümerlerle komşu olmuşlardı. İ.Ö. 3000’in sonlarında, Filistin’de, yine Sami olan Kenani Fenikeli boylar bulunuyordu. Bir kavim göçü ile Amoriler kuzeye doğru geldiler; Babil’deki Hammurabi Soyu bunlardandı. Daha sonra bu Amorilerden Arami boyları çıktı.

Tanrı kavramını anlatan sözcük, hemen hemen bütün Sami dillerinde aynıdır:

Akad dilinde İlu
Kenan dilinde İl
İbranide El (genişletilmiş olarak Elohim)
Arami dilinde El ve Elah
Güney Araplarda  İl ve İlah
Süryanilerde Aloho veya Aloha
Babil’in tanrısı ise Ba’al

Daha sonra semavi dinlerin içinde yer alan “Melek” sözcüğü de, Amorilerde Milkom ve Sur Kenti’nin tanrısı olarak Melk-Kart (Kentin Kralı), Süryanilerde ve İbranilerde Molek veya Moleke, Araplar’da Melek’tir.

İbraniler

İbraniler de Sami idiler; tıpkı Babilliler, Asurlular, Fenikeliler ve Araplar gibi. Göçebe iken bunlara Habiri veya İbri (gezgin) denirdi. Eski Ahit’te Abraham’a İbrani denmektedir. Daha sonra adını İsrael olarak değiştiren Yakup’un soyundan gelenlere Beni-İsrail (İsrail Oğulları) ve Yakup’un dördüncü oğlu olan Yehuda’dan gelenlere Yehudi ya da Yahudi denmiştir. Bu ayrım, İbranilerin tarihte iki ayrı devlet kurmalarına kadar gitmiştir. Daha sonra, dünya uygarlığını derinden etkileyen inanç ve görüşlerin çıktığı İbrani Kavmi, kendinden önceki efsane ve inançlarla birlikte ilişkide bulundukları toplumlarla ilgili olay ve olguları yazıya dökerek bir tarih oluşturmuştur.

Eski Ahit’in oluşmasının kısa bir kronolojisi ise şöyledir:

Eski Şarkı ve İlahiler (Debora) ve Efsaneler İ.Ö. 1000’den sonra
Yahwehciler İ.Ö. 850’den sonra
Elohimciler  İ.Ö. 550’ye doğru
Musa, Yeşu, Hâkimler, Samuel, Krallar,
Kitapların Tesniyeciler tarafından işlenmesi
İ.Ö. 550’ye doğru
Kâhinler, Levililer, Çıkış, Sayılar İ.Ö. 444
Musa kitaplarının (5 kitap) Kâhinlerce yeniden işlenmesi İ.Ö. 450’den sonra
Tarihler, Ezra ve Nehemya kısımları  İ.Ö. 300’e doğru

Ezoterik Okullar

Ezoterik okullarda okula yeni katılanların, yani inisiye olanların adlarının değiştirilmesi, onlara yeniden doğuşlarının işareti olarak yeni bir ad verilmesi gelenekti. Eski Ahit’ten örnek verirsek, Abram ya da Abraham’ın adı Aba-Ra-Him (İbrahim) olarak değiştirilmiştir ve “Halkın RA Babası” anlamına gelir: “İşte ahdim seninledir ve birçok milletlerin babası olacaksın ve adın Abram çağrılmayacak, fakat adın İbrahim olacak.” (Tekvin 17/5)

Yakup’un adı da İsrail olarak değiştirilmiştir: İs-Ra-İl İlahi Nurun Ruhu (Zekâsı), İs Zekâ-Ruh, Ra Nur, İl Tanrı. “Artık sana Yakup değil, ancak İsrail denilecek.” (Tekvin 32/28)

Musa’nın Yolculuğu

Musa, Mısır’dan çıkıp Kenan Diyarı’na doğru yol alırken, sık sık “Toplanma Çadırı”nda, Mısır’daki gibi Hermetik, ezoterik ve ritüelik çalışmalar yapıyordu. Çadırda rahiplerle da kâhinlerle birlikte, onların başı olan Rabb bulunmaktaydı. Rabb ve kâhinlerin (Kohenler) düzenledikleri tören ve toplantılarda, sevk ve idare ettikleri halka nasıl davranacakları hakkında emirler işleniyordu. Bu emirlerin “elçi”liğini ise Musa üstlenmişti. Toplanma çadırının etrafında bir koruma ve hizmet alayı oluşturulmuştu ve bunlara Levililer adı verilmişti. Levililerin başında Musa’nın inisiyatik kardeşi olduğu anlaşılan Harun (Aron) bulunmaktaydı. Harun da zaman zaman çadır toplantılarına alınmaktaydı. Başlangıçta, Harun çadırdakilerle halk arasında tercümanlık yapmaktaydı; bundan hem çadırdakiler hem de Musa’nın yalnızca Mısır dilini bildikleri anlaşılmaktadır.

Mısır’daki iç savaş ve kargaşadan dolayı Mısır’ı terk etmek zorunda kaldıkları anlaşılan bu rahipler, kendileri için dağınık ve ezilen halklardan bir toplum yaratıp Mısır benzeri bir uygarlığın kurulmasını amaçlamışlardı.

Musa, İbranilerin geleneksel Tanrısı El’e, Mısır tanrısı Aton’u (İbranicesi Adonai) katmış ve sonra bu iki Tanrıyı YHWH diye kodlayarak birleştirmiş ve tek Tanrı anlayışını sentezlemiştir. Bu adın okunması Rabb tarafından yasaklanmış, ancak toplanma çadırında kâhinlerin kutsal töreninde anılması serbest bırakılmıştır. Tanrıya dua ve adak sunmak isteyen halkın ona Adonai diye seslenmesi istenmişti.

YHWH’nin tanımını, Musa, Tora (Tevrat) diye adlandırılan kitabında “Ben Olan Ben” diye yapmıştır (Çıkış 3/14). Bu tanım, daha sonra felsefe içinde de kullanılan son soyutlama ya da özdeşlik ilkesi olarak “Varlık” anlamına gelmektedir. Bu ezoterik geleneğin içinde “betimlenemez ve tanımlanamaz” olan diye de benimsenen YHWH, tetragram (dört harf) olarak literatüre geçmiştir. O zamana kadar çeşitli doğa parçalarına, fetiş ve totemlere tapınan insanlığa, Musa (gerçekte Ra-Abba) yepyeni bir anlayış (ya da anlayışsızlık) olan soyut tanrı kavramını öğretmiştir.

Ancak daha sonra bu anlayış çadır içi ezoterik gelenekte aynı kalmakla birlikte, halka kişileştirilmiş bir Adonai (efendi) olarak sunulmaya devam etmiştir. Rabb’in çadırı, daha sonra Davud’un planlarını hazırlattığı ve oğlu Salamon’un (Süleyman) gerçekleştirdiği görkemli bir anıtsal tapınağa dönüştürülmüştür: Süleyman’ın Mabedi. Musa’dan Süleyman’a kadar geçen süreçte, gezgin olan İbrani kavmi artık yerleşik bir toplum niteliğine bürünmüştür.

Süleyman’ın Mabedi

Süleyman’ın Tapınak Okulu, Mısır piramitlerinden sonra dünyanın en görkemli yapısıydı. Musa’dan miras kalan Ahit Sandığı, bu tapınağın içinde korunmaktaydı. Bu tapınakta Hermetik geleneğe bağlı, ancak geliştirilmiş ve zenginleştirilmiş bir öğreti sunulmaktaydı. Öğreti, Mısır’daki gibi derecelendirilmişti. Yöntem olarak çırak, kalfa, usta ilişkileri benimsenmişti. Süleyman’ın Tapınağı, devrinin bir üniversitesi, bir bilgi bankası niteliğini taşıyordu. Süleyman’ın kendisi de bir Bilge olarak kabul edilmişti. Hem devletin hem de okulun başıydı (firavun benzeri). Tapınağın “usta”ları (üstat, kâhin, kohen), sürekli bilgi ve eğitim öğretimle ilgilendiklerinden, geçimleri devletçe sağlanıyordu. (Bu bağlamda günümüz üniversite öğretim üyelerini anımsayalım.)

Süleyman, diğer inançların mabetlerinin yapımına da izin vererek bir devrim gerçekleştirmişti. Ayrıca bütün bu inançların kendince olumlu yanlarını alıp öğretisine katarak evrensel bir öğretiyi gerçekleştirmek istemişti. Ancak, bu evrensel öğretiyi doğrudan halka sunmak halkın inançlarına ters düşeceğinden onu dereceli bir dizge ile özümseterek inisiyelere aktarmayı uygun görmüştü. Tapınağın ünü kısa zamanda yayılmış ve diğer ulusların ilgisini çekmeye başlamıştı.

Tapınak içi çalışmaları birer atelye çalışması niteliğini taşıyordu. Bu yetkinleşme sürecinde adaylar, Üstat Bilgeler eşliğinde kendi kendilerini olgunlaştırmaya çalışıyorlardı. Öğreti didaktik değil, ritüelik ve simgesel bir yöntemle daha çok keşfe dayalı yürütülüyordu. Bu yüzden, tapınağın tüm yapı ve süslemeleri simgesel anlamlar üzerine oluşturulmuştu. Adaylar bunların ne anlama geldiği üzerine yoğun ve derin düşüncelere dalmak zorunda kalıyorlardı. Tapınak içi çalışmalarda müzik, şiir, şarkı ve dans önemli bir yer tutmaktaydı. Bu şiir ve şarkılar arasında Davud’un ve Süleyman’ın öğüt dolu Mezmurları başat konumdaydı.

Tapınak çalışmalarının büyük katkısı ile gerçekleşen Süleyman’ın krallığının başarısı, oluşturulan uygarlığın görkemi ve zenginlik, çevresindeki ulusların kıskançlığını çekmiş ve sonunda Babil’in istilâsına yol açmıştır. Babilliler tapınağı yakıp yıktılar. Ahit sandığını ve öteki yazılı belgeleri kendi ülkelerine götürdüler. Ayrıca İsrail halkını da esir olarak yanlarında götürdüler (ünlü Babil Sürgünü, İ.Ö. 587). Süleyman, Mısır Firavun’u 22. soydan 1. Şoşenk’in kızıyla evlenmiştir (İ.Ö. 945-924).

Süleyman (Arabi)
İbranice Şelomoh: Barış Adamı
Ezoterik adı Salamon: Sal-Am-On; Amon Emini; Kozmik Sevgi Emini.

Şimdi biraz tapınak içine sızalım!.. Daha sonraları zenginleştirilmiş bir biçimde Kabala ve Zohar olarak açığa vurulmuş mistik öğreti, Hermetik öğretinin ikinci önemli sentezinin yapıldığı Süleyman’ın Mabedi’nde şekillenmişti. Zohar “Nur” anlamına gelir ve Zohar öğretisi mistik tefekkür ve deneyim yoluyla nura kavuşma, varlık birliğinin insanda gerçekleştirilmesidir. Kabala ise, bu öğretinin kabul edilmesi, bir başka deyişle içselleştirilmesi anlamına gelir. Kabala’da harfler sayılarla eşleştirilmiş ve birtakım tanrısal isimlerin harflerinin yerleri değiştirilerek belli matematiksel kurallara göre anlam türetmelerine gidilmiştir. (Bu bağlamda Pythagoras’ın sayı mistikliğini anımsayalım.)

Kabala

Kabala’da üç temel kavram vardır: Sefar, Sipur ve Sefer. Sefar sayı, nicelik demektir. Sefar ya da nicelik varolanların birbirleriyle ilişkisinde birinci durumda rol oynar, bu da sayıyla belirtilir. Daha sonra devinimi ve öteki nitelikleri gelir ki bunlar da sayıyla belirtilir. Sipur söz ya da Logos anlamına gelir. Her harf bir kuvveti işaret eder ve varlıklar harflerden oluşan sözcüklerdir. Dolayısıyla, tüm varolanlar Tanrı’nın sözleridir. (Bu bağlamda Platon’un İdeaları’nı anımsayabiliriz.) Sefer yazı demektir. Tanrının yazısından da evrende var olanları anlamak gerekir. Tanrının düşüncesi bu var olanların anlamıdır.

Kabala’da varlığın en genel ve bütünsel biçimlerine ise Sefirot (Sephirot) adı verilir. Temel sayılan ON (10) sayısına uygun olarak sefiraların ya da sephirot’un sayısı “on”dur. (Pythagoras’da da on sayısının önemli olduğunu belirtelim.) Yaradılış kitabı Sefer Yetsirah’ta şöyle yazmaktadır: “Sephirot ondur, dokuz değil, on bir değil, ondur. Akıl ve Hikmetini onları anlamakta yoğunlaştır. İncelemelerini ve araştırmalarını, irfan ve vicdanını onlara ada. Var olan her şeyde sephirot’u temel bil. Tanrı’yı onlarla kavramaya çalış.”

Zohar (Nur) kitabında şöyle yazmaktadır: “Tanrı, hiçbir biçimde betimlenemez ve tanımlanamaz olandır. Bunun için O’nu işaret edecek herhangi bir şey ya da söz olamaz ve böyle yapmaya kalkışmak yasaktır (tetragram (dört harf) olan YHWH’nin okunamayışı). Her şey ondan çıkar ama o hiçbir şeyle nitelendirilemez. Tanrı sözleriyle evreni yaptı ve Adam Kadmon (arketipal insan) ile sözünü tamamladı. Bunun için insan kendini bilmekle nura kavuşur.”

Zohar’a göre melekler (moleke) doğa kuvvetlerinden başka bir şey değildir. İnsana gelince, Kabala’ya göre insan, yaratıkların hem özeti hem de en yetkin olanıdır. “Kendini arınma ve bilgilenme ile yetkinliğe ulaştırmak ve gerçeğin bilgisine erişmek insanın kendi elindedir. İnsan bütün edimlerinde özgürdür, ancak bu özgürlük açıklanamaz bir gizdir.” İşte bu açıklama yüzündendir ki Kabalistler, “Halka sunulan din kitabında bu bilgiler serpiştirilerek saklanmıştır, ancak öğretilmiş bir insan bunları görebilir,” derler. Tıpkı Hermetik öğretideki gibi halka farklı, inisiye olanlara farklı bir öğreti sunulur.

Ezoterik Öğreti ve Ritüel

Bütün bâtınî/ezoterik öğretilerde, Ritus önemli bir yer tutar. Ritüel, gaybı ya da manevi âlemi anlamak için bir araç ya da yöntem olarak kabul edilir. Amaç, ritüel ediminden onun hedef aldığı anlama geçiştir. Mitik güçlerin (Mitos), belli bir tören yardımıyla (Ritus), bireyde (İnisiye) içselleştiği, bir başka deyişle, katılımın gerçekleştiği kabul edilmiştir: Mitos ritus ile ozmoslaşır.

İbrani kültünden bir katılım töreni ya da inisiyasyon ritüeli örneği: Rabbi (Hoca, Mürşit) ile aday, akarsuya dalıp yıkanırlar. Beyaz elbiseler giyilir. Katılım töreni günü oruç tutulur. Sonra her ikisi de ayak bileklerine kadar suda dururlar ve Rabbi şu sözlerle biten bir dua okur: Tanrının sesi suların üstündedir!” Sonra her ikisi de gözlerini akarsuya çevirip Tanrı’yı yücelten dualar okurlar. Bundan sonra Rabbi, adaya Tanrı’nın gizli adlarından birini aktarır.

Hıristiyan ve İslam mistiklerinde zikir için Tanrı adının verilmesi de benzer törenlerle gerçekleştirilirdi: Sufi mürşit ve aday önce boy abdesti alırlar (vaftiz). Temiz elbiseler giyip temiz bir yerde otururlar. Mürşit eline aldığı bir bardak suya dualar okuyarak üfler ve adaya içirir. Sonra ona zikretmesi için Tanrı adlarından birini verir. Hint Mistisizminde de meditasyon aracı olan sözcüklerin, mantraların benzer törenlerle verildiğini anımsayalım.

Ritüeller de mitos gibi simgeseldir ve bu simgeler anlaşılmadan kavranamazlar. Simgeler ritüellerin anahtarıdır. Birçok mistik Kabalacı mitos dilinden, kutsal sözcüklerden sakınır; çünkü Eski Ahit’te şöyle yazmaktadır: “Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın.”

Kabala İşlemleri

Kabala işlemleri Themuria, Gematria ve Notaria’dır. Themuria, kutsal sayılan sözcüklerdeki harflerin yerini değiştirerek yeni sözcükler elde etme yöntemidir. Örneğin, “Çünkü benim meleğim senin önünde gidecek…(Eski Ahit, Çıkış 23/23) tümcesindeki “Melek”in bu yöntemle “Mikail” olduğu hesaplanmıştır. Gematria, sözcükleri oluşturan harflerin sayısal değerlerinin toplamının hesaplanmasıdır. Notaria ise sözcüklerin kökeni olan harflerden sayı değerleri yoluyla yeni sözcükler türetmektir.

Hermetik ve Pythagorasçı geleneğin dördüncü kuşağı olan Endülüs (İspanya) mistik okullarında yazılı olarak ortaya konan Kabala ve Zohar, İslam mistisizmiyle etkileşerek gelişmiştir. Aynı dönemde yaşamış olan, Moshe Maimonides (Musa İbn Meymun), Gabirol (İbn Cebirol), Abraham Abulafia, Muhyiddin İbn Arabi en ünlü mistiklerdir. Kabala sözcüğü ilk kez Endülüslü Gabirol’ün metinlerinde yazıya geçmiştir.

Maimonides

Bir yandan İbn Meymun (Maimonides) ve İbn Arabi İslam tasavvufunu biçimlendirirken, diğer yandan İspanya’dan göç eden Yahudiler aracılığıyla Batı Anadolu’ya (İzmir çevresi) ve Trakya’ya (Selanik) gelen Kabalistler özellikle Bektaşiler ve Melâmiler arasında etkili olmuştur. Bir dönem, inanç yönünden dünya Yahudilerini, İslam mistiklerinin bir kısmını ve siyasi yönden de Osmanlıyı çokça uğraştıran ünlü Sabatay Sevi (1626 İzmir), bu geleneğin takipçilerindendir; Sabatay mesihliğini öne sürmüştür.

Batı dünyasında, soykırım ve engizisyon baskısı altında, Yahudilerin büyük bir kısmı din değiştirmek zorunda kalmıştı. Ancak bu din değişikliği bir görünüştü, bu görünüş altında gizlenerek kendi inanç ve geleneklerini sürdürüyorlardı. Batı dünyasında Hıristiyan örtüsüne bürünen Yahudilere marrano, Osmanlı ülkesindekilere ise “dönme” deniyordu. Bunlar halen “Selanik Dönmeleri” diye adlandırılmaktadır. Selanik Dönmelerinin İttihat Terakki Hareketi’ne büyük destek sağladığı bilinmektedir. Selanik, Osmanlı ülkesinde önemli bir şehirdi. Kozmopolit olan halkının eğitim düzeyi yüksekti ve ekonomik gücü iyiydi. Bu ortam hoşgörünün yerleşmesi ve yeni düşüncelerin kabul görmesi bakımından elverişliydi.

İbrani Geleneği: Tora

İbrani geleneğinde dört büyük akım dikkati çeker: Yazıcılar daha çok kutsal sayılan yazıları yazmak ve korumakla uğraşırdı. Bir anlamda yazılı kültürün taşıyıcıları, başka bir deyişle tarihçiydiler. Ferisiler Tanrı’ya inanır, ruhları, melekleri ve peygamberleri kabul eder ve peygamberlerin gösterdiği yolda yaşamayı, şeriati savunurlardı. Saddukiler Tanrı’ya inanır, ancak melekleri kabul etmezler, peygamberlere ayrıcalık tanımazlar, ruhlara ve ölümden sonra yaşama inanmazlardı. Esseniler ezoterik olanlardı. Yerleşim bölgelerinin uzağında özel tapınaklarda mistik deneylerle uğraşırlardı. Bunlar daha çok Lut Gölü ve Mısır İskenderiyesi civarında örgütlenmişlerdi. İsa’nın Essenilerden olduğu ileri sürülmektedir.

Mısır geleneğinde olduğu gibi, Musa’nın da Mısır’dan çıkarken iki öğreti taşıdığı bilinmektedir. Bunlardan biri halkın yaşamına düzen vermek için Din ya da Şeriat öğretisi, öteki ise seçkin inisiyelere “Tapınak Çadır”da uygulanan RA (Nur) öğretisidir. İşte Essenilerin uyguladığı bu ikinci tip öğretidir.


* Metin Bobaroğlu’nun 1994-95 yılları arasında Kadıköy Kültür Sanat Merkezi’nde yürüttüğü “Anadolu’da Aydınlanma” başlıklı çalışmanın kayıtlarından derlenmiştir. Bu konuşma dizisi 2002 yılında Ayna Yayınevi tarafından Bâtınî Gelenek: Hermetik ve Sanskrit Öğretiler adıyla da yayımlanmıştır.