Anlamak Var Olmak Demektir

“Dil, yorumlanmış varlıktır” demiştim. Varlık, her şeyden önce bize dilde açılan bir tarihtir. Varlık, dilde açılan bir tarihtir, çünkü dil tarihseldir. Dil, tarihsel olduğuna göre doğada değildir. İnsan bilinci doğada temellenemez; o halde dış varlıkta, bedende temellenemez. Beden doğadır. Bilinç tarihte temellenir ve insan eylemlerinin sonucunda doğan bir varlıktır. Doğada dil, insana verili değildir. Dış varlık bize dil vermez. Eylemlerimiz, dış varlıktan üstümüze dönerek dilleşir. Dilin yaratıcısı doğrudan doğruya insandır. Tanrı insana dil yetisi vermiştir. İnsan, dili yaratmıştır. Tanrı dil yaratmaz; insan yaratır. O, yetilerini verir. İsterseniz “doğa” deyin buna, ama doğanın arkasında bir bilinç olduğu, doğanın eser olduğundan belli. Dolayısıyla, burada tekrar vurguluyorum; insan için var olmak, anlamak demektir. Bir de bunu ifade etmekten söz ediyoruz; anladığımızı ifade etmek. İfade ettiğimiz üzerinden de bilinçtir; bir yazı, bir söylem, konuşma bilinçtir; bir bilinç sunusudur. O bilincin üzerine bilinçle bakmak icap eder. O zaman, bilince bilinçle baktığımızda, ister istemez onu anlama edimine girdiğimizde onu yorumlarız, her defasında yorumlamak zorundayız.

Düşünmek –bugün için artık böyle söyleyelim– düşünmek yazmaktır. Bilincini bilincinin önüne koy, en azından bir makale olarak yaz, sonra onu eleştir. Göreceksin ki kendi bilincini bilincinin önüne koyduktan sonra kendi sözlerini eleştirmeye, anlamaya çalışırken, yorumlayarak anlamak zorunda olduğunu göreceksin. Yorumlayarak anladığını arka sayfaya yaz, bir yarım saat dolaş gel, onu okumaya başla; onu da yorumlayarak anlayacağını göreceksin. Motamot, mot à mot anlayamazsın. İnsan, bu nedenle “sürekli var olma”dır; bir kez var olup öyle süremiyor. Sürekli var olan insanın anlamı, her defasında yeniden üretilerek kendini inşa eden bir anlam varlığı haline gelmesidir. Bunun ister bireysel ister toplumsal bir tarihi var ve bu tarihin yansıması da bir dil olgusudur. Yazılı, sözlü, sanatsal, iz bırakan çeşitli antropolojik argümanlar, bütün bunun içine giriverir. “Dilin, bir olgularla ilişkisi olan yanı var, bir de anlamla ilişkisi olan yanı var,” demiştik. Varlığa, var olmaya yönelik olan anlam yanı ve bu anlamı keşfedebilmemiz için orada muhakkak niyeti okumamız lazım. Niyet; yani bir text’in, bir metnin, bir söylemin, konuşmanın, yazının anlamlı olabilmesi için onun gayesini bilmem lâzım. Niyeti nedir? Gaye nedir? Gaye daima anlam verir. Demek ki gaye “şimdi”de olmaz. Gaye daima erişilmesi gerekendir, olan değildir.

Anlam Nereden Gelir?

Gaye olması gerekendir. O zaman anlam, olması gerekenden bize gelir, olandan gelmez. Gerçekten bize anlam gelmez, gerçeğin yadsınmasından anlam gelir. Gerçeği yadsıyabildiğimiz ölçüde ülküsel olana, ideal olana, gayeye yaklaşırız. Burada, gerçekçiliğe karşı bir şey söylemiyoruz; anlamın gerçeğe karşı olduğunu söylüyoruz sadece. Bilim gerçekle bütünleşmektir. Bilimde yön, gerçeğe doğrudur ve gerçekle bütünleşmeyen bilim, bilim olamaz. O kavramlar dünyasıdır ama anlam bilimsel değildir, doğrudan doğruya eylemseldir. Eylem bizi anlama götürürken, bilim gibi net, tespit edilmiş, pratikte doğrulanmış bir olgu ile karşı karşıya değilizdir. Her defasında, anlamlandırırken dönüşüyoruz, değişiyoruz, başkalaşıyoruz. Bu bakımdan, insan sürekli oluşan varlık; olmuş bitmiş bir varlık değil. Bu anlamda varoluş tasarlanamaz; insan varoluşu herhangi bir dış nesne, bir sandalye, bir bina gibi tasarlanamaz.

Bilim İnsana Dışsaldır

“Bilim” dediğiniz zaman nesnel gerçeklikten, objektif gerçeklikten söz edersiniz ki bu doğrudur, böyle olmalıdır. Bu da insana dışsaldır, insanla bir ilgisi yoktur. Vardır, ama konformist olarak – yani koltuktan, evden, arabadan söz ediyorsunuzdur. Bilim demek; evden, arabadan, koltuktan, ahşaptan, insan olmayan her şeyden bahsediyoruz anlamına gelir. “Felsefe” diyorsak, insandan bahsediyoruz. “Sanat” diyorsak, insanın varoluşundan bahsediyoruz. İnsan sanat yoluyla var olur, bilim yoluyla değil. Bilim çevreleri bunu kınamasınlar; insandan söz ediyoruz.

“Tasavvuf Felsefesi” Denilemez

“Tasavvuf, theosophia da olabilir, saflaşma da olabilir, philosophia da olabilir,” dedik. Kadim bilgelikte kastedilen, “anlam varlığı olarak insan” – kavram varlığı olarak değil. O zaman, tasavvuf bir felsefe olarak nitelendirilecekse, yani dile getirilecekse, dilden söz ediyorsak, tasavvuf bir mantık felsefesi değildir, tam da mantık felsefesine karşıt bir felsefedir. O nedenle, mantıksal bağlamda, bu “mantığın” altını çizerek “akıl” dersek, akılla karşıttır. O zaman da felsefe olmaktan çıkar, çünkü felsefe neticede aklın işleridir. Nasıl diyeceğiz buna felsefe? Buna bu bağlamda “edebiyat” demek daha doğru olur. Tasavvuf bir edebiyattır, ama edebiyatın arkasında bir ilkesellik varsa bir ussallık vardır ve felsefî bir arkatasarı vardır, ama duygular yolunda ifade edilmiştir. Şöyle diyelim: İdeal olanları, ülküsel olanları, ilkesel olanları, gayî olanları duyuların önüne koymak sanattır. O halde tasavvuf bir sanattır. Çünkü duyuların önüne koyulan, teşbih edilen, duyulur olmayan değerlerdir. Bunların her biri erdemlerdir. Erdemler böyledir; erdemler duyulur değildir, ama erdemleri eylemlerinize yansıttığınız zaman duyulur ve yaşanılır, deneyimlenir hale gelirler. Tasavvufun bu anlamda felsefî bağlama taşınması poetik felsefedir, mantıksal değil – poetik, şiirsel. O nedenle, erenler, ermişler, tasavvufu düz mantıkla ifade etmez, daima şiirle ifade ederler. Musiki de bunun içinde, diğer sanatların hepsi de içinde ama daha çok sözel dil bağlamına taşındığında, şiirsel felsefeden söz edeceğiz.

Tasavvufun Delili Var mıdır?

Tasavvufun yolu keşf yoludur, bilmek yolu değildir – kavramsal değil, keşf ve sezgi. Peki, delili nedir? Delil, ispat lâzım. Felsefede ispat vardır; aklın işleri, kavramlar ispat ister. Tasavvufta ispat yok; aklî değil, kavramsal değil, dış varlıkta temellenmiyor, objektif değil. Tasavvuf objektif bir bilgi vermez bize. Subjektif mi verir? Yani psişik temelli midir, yaşamsal mıdır? Hayır. Tüm bunları aşan, saf bilincin deneyimini verir ama psişede yansır. “Nefs” diyoruz biz ona, nefste yansır. Yansımalarını görürüz; yani semptomatiktir, teşhis belirtilere bağlıdır.


* Metin Bobaroğlu’nun 27 Aralık 2011 tarihindeki “Dil ve Dilin Farklı Boyutlarda İncelenmesi” başlıklı AAV toplantısı konuşma kayıtlarından derlenmiştir.