Dinlerin bir egzoterik (exoteric) yani dış, bir de ezoterik (esoteric) yani iç yanı olduğu bilinmektedir. Mistisizm ve tasavvuf, bu ezoterik yanla ilgili öğretilerdir.

Kadim kültürlerde, biri halka açık törenlerle yürütülen dinî, diğeri ise yalnızca inisiyelere yani üyelere açık sırrî kültler vardı. Halka yönelik öğreti, birlikte yaşam için ahlâk kuralları ve toplum düzenini amaçlarken, gizlemli öğreti ise kendini bilme, aydınlanma ve kurtuluşu amaçlıyordu.

Mısır’da İsis kültü, Hermetic myster’ler; Yunan’da Eleusis ve Orphic myster’ler; Perslerde Mazdeizm, Güney Mezopotamya’da Maniheizm bu tür öğretiler için önde gelen örneklerdir.

Myster, Grekçe bir sözcüktür ve “sır, gizem” demektir. Myein, “kapatmak” anlamına gelir ve Mysterion yani gizem kültlerinde, gözleri ve dudakları kapatmak, “sır saklamak” için kullanılırdı.

Mystes aday (inisiye); Mystagogos rehber; Mysterion giz dünyası; Master üstat; Hyerophantes kutsalın görünüşü (zuhuru), başrahip; Dadauchos ateşi taşıyan demektir. “Kült”, tapım, kultivate (cultivate), işlemek, yetiştirmek anlamlarına gelir.

Eleusis Gizemleri

Eleusis sırlarında mistik eleman, transendent (aşkın) bir yolda beşerî varlığını aşmak deneyimlenirken, Dionysian sırlarda ise esrime yoluyla tanrıyla birleşme amaçlanmaktaydı. Dionysos’un karakteri, esrime ile sarhoş olmak ve coşkuyla neşelenmekti.

Orphic inisiyasyon üç aşamalı bir öğretiydi:

1- Mathesis / riyazet / disiplin aşamasında inisiyeye Mathematos yani bilgelik ve geometri bilgisi veriliyor, arınma çalışmaları yaptırılıyordu.

2- Gnosis / irfan aşamasında manevi hakikatlerin bilgisi için temrinler, simgesel ve ritüelik çalışmalar yapılıyordu.

3- Pathesis / ıstırap / râbıta aşamasında, tutku veya aşkla kendi özüne bağlanma deneyimleniyordu.

Amaç, arınma, aydınlanma ile “özgür ve özgün” bir kişilik kazanmaktı.

Dış âlemden iç âleme bu yolculuk kişi için rehbersiz ve dayanışmasız imkânsızdı, çünkü bilinmeyene yolculuk hem korkutucu hem de tehlikeliydi. Bu nedenle, “inisiyasyon” yani katılma ve kabul töreni ile kişi birlikte çalışma imkânına kavuşuyordu. Türkçemizde “erginlenme” denen bu geçiş veya kabul edilme, yeni bir hayata uyanmaktı. Artık aday güvenilir ellerde kendisinde var olan gizli bir özü ve yetilerini uyandırmak imkânına sahiptir. Bu kendini gerçekleştirme girişimi her ne denli bilge üstatlar eşliğinde ise de, Zeus’un dediği gibi: “Her kişi kendi ham taşını kendisi yontmalıdır.” İşte, mister yani sır, her kişinin kendi özüdür ve bunu onun adına başkasının bulup çıkarması imkânsızdır.

Günümüzde ezoterizm ile mistisizm çoğunlukla karşıt olarak değerlendirilmektedir. Mistik tecrübe yalnız, kişiye özgü bir deneyimdir; ezoterizm ise hiyerarşik düzenli ve geleneksel bir birlikte çalışmayı anlatır. Bu kanaat genellikle bazı münzevi mistikler göz önüne alınarak oluşmuştur. Orphic misterler veya Pythagorasçı inisiyasyonlarda görüldüğü gibi her iki tecrübe iç içedir. Yani kişi diğer inisiyeler ve üstat bilgelerle birlikte ritüelik çalışmalar yapmakla birlikte kendi özgün deneyiminde yalnızdır.

İnisiyasyonun gizemi, dile getirilemez, sözcüklerle anlatılamaz olan gnosis’i (hikmeti) ritüellerle deneyimleyerek yoğun duygu durumlarında tatmaktır. Tatmayan bilmez sözü bunun içindir. Ezoterik, aydınlanmış bir örgütün üstat bilgeleri, inisiyelere “ruhsal etki” yaparak onları mayalar.

Kadim mitlerde kahramanın gizemli yolculuğu diye anlatılan, “misterlerin gizemli dünyası”dır. Günümüzde psikoloji ve mitoloji bilimlerinin ışığında özellikle S. Freud, C.G. Jung, J. Frazer, M. Eliade ve J. Campbell’ın anlatılarıyla bakıldığında, parçalanmış kişiliğin bütünlenmesi, kendini gerçekleştirme ve aydınlanma için salt bilincin yeterli olmadığı, “bilinç”le birlikte “bilinçdışı”nın da keşfedilmesi ve sağaltılması gerektiği anlaşılmıştır.

Tasavvuf

Tasavvuf sözcüğünün kökeni hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kimi yazarlar Arapça “sûf” (sof, yün) sözünden dolayı yün giyen dervişlere verilmiş bir ad olduğunu söylemişler, kimi yazarlar “safiyet” sözünden, kimi de “sefâ” sözünden geldiğini ileri sürmüşlerdir. Kimi Muhammed nebinin evinin “sofa”sında yerleşik ve “eshab-ı suffa” diye anılan kişilere “Sûfi” dendiğini söylemiş, kimi de Musa nebinin öğrettiği mispha dualarından kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ünlü İşraki Şehabeddin Sühreverdi, Grekçe Theo-Sophia’nın Arapçaya tercümesi olduğunu yazmıştır. İhvân-ı Safâ da cabası!

Bizim tanımımızla tasavvuf, taassup yani bağnazlık hastalığının ilacıdır. Bir Bektaşi Can’ın dediği gibi, “Hakikati örten perdeler kalkmazsa, âlem rüyası gitmez ve nakil efsanesi de bitmez.”

Tasavvufun yolu “sezgi” ve “keşf” yoludur, delili de “zevk” ve “vicdan”dır. Bu yolun hedefi “kendini bilmek”tir ve yöntemi de “sâfiyet”, “irfâniyet” ve “aşk”tır.

Tasavvufa göre insan, bu âleme “cemâl” görmeye, “kemâl” bulmaya ve “rıza” devşirmeye gelmiştir. Bu da “bilme”, “sevme” ve “hizmet” ile mümkündür.

Tasavvuf, Theo-Sophia ve Gnosis, insan varoluşunun tinsel inşasıyla ilgilidir. Varoluş, insanın iye olduğu tüm imkânların dışlaşmasıdır. Bu nedenle sanatsal bir tarzı vardır. Bu bakımdan tasavvuf, dinin “etik” ve “estetik” boyutudur; korku ahlâkından aşk ahlâkına geçiştir.

Hermes Trismegistus

Tasavvufun kökleri, Kadim Mısır’da Hermesü’l-Heramise yani Hermes Trismegistus diye tanınan Tehuti veya Thoth’a dayanır. İslam yazımında Hermes, İdris nebi diye bilinir. Yazının ve terziliğin de mucidi kabul edilen bu bilge için, Yunus Emre, “İdris nebi hülle biçer, gezer Allah deyu deyu” demiştir. “Hülle biçmek”, hâl elbisesi dikmektir.

Ders, müderris gibi sözcükler İdris sözcüğüyle aynı köktendir. Mısır mitlerine göre evren, Thoth’un sesinden yaratılmıştır. Tüm evren Thoth’un nefesiyle doludur! Hermes Thoth, “ses” ve “söz”ün ustasıydı; ona göre, insan “söz” ile terbiye edilen varlıktır. Thoth, “vicdânın sesi”dir.

Hermes unvanı, Anadolu Tasavvufunda, “ermiş” diye dile getirilir. Anadolu Alperenlerinden Pir Sultan Abdal bir dizesinde, “Hazreti Şâh’ın avâzı Turna derler bir kuştadır; Âsâsı Nil deryasında, Hırkası bir derviştedir” diye söyler. Sözü edilen ve ozanların dilinden düşürmediği “Turna kuşu”, Mısır’ın İbis turnasıdır; “Âsâ” ise Musa nebinin asâsına bir göndermedir. “Hırka”, Muhammed nebinin miraçta giydiği bir giysidir ve Sûfiler bu “hırka” sözünün Arapçadaki “hârika” sözünden neşet ettiğini söylerler.

Kadim Mısır’da Memphis, Thebes ve Sais rahiplerinin gizlerine inisiye olduğu söylenen Musa, Orpheus, Thales, Pisagor ve Platon, Hermes Thoth’un izleyicileri olarak bilinirler. Musa nebi ile Kenan diyarına peygamberlik kılığında giden Hermetik öğreti, Yunana ise philo-sophos kılığında gitmiştir. Yolları ayrılan ve kaynağı aynı olan bu iki disiplin, nice yüzyıllar sonra yine Mısır’da, Mısır İskenderiyesi’nde yeniden buluşmuş ve dinin dışsal öğretisi ile içsel bilgeliği yeniden sentezlenmiştir. Bu sentezi yapan ustalardan ikisi Philon ve Plotin’dir. Bundan sonraki dönemlerde, Yahudi Kabalası, Hıristiyan mistisizmi, İslam tasavvufu, Gnostik ve Simya gelenekleri hep bu kaynaktan beslenmişlerdir.

Zohar, Abraham Abulafia’nın İtalya’da açıkladığı Prophetic Kabbalah, bilinen geleneksel Yahudi Markhaba mistisizmine bağlanır. İspanya göçleri sonrası Isaac Luria’nın “bireysel kurtuluş Kabbalası” Avrupa içlerine yayılmıştır. Mesiyanik Kabbala ise Sabetay Zvi (Sevi) ile Osmanlı topraklarında avdet eylemiştir, Baal Shem Tov da sonra gelenlerdendir.

Hıristiyan gnostiklerden bazıları Clement, Carpocrates, Valentinus, Simon, Basilides, Marcion’dur; ünlü gnostik metin Pistis Sophia’dır.

Gnosis, Grekçede üç bilgi türünden biridir; diğerleri Mathesis ve Pathesis’tir. Mathesis “akıl”la kavranabilen bilgi, Pathesis “ıstırap” çekerek edinilen bilgi, Gnosis ise “özel bir sezgi” bilgisidir. Gnostikler özgür ruhlardır; bir dine yandaş kazandırmak gibi bir dertleri yoktur. Topluluğun değil, kendi yüreklerinin sesini izlerler.

İslam uygarlığında da Yeni Eflatunculuk adı altında Hermetik bir cereyan vardır. Bunun önde gelen isimleri El-Kindî, İhvân-ı Safâ, Fârâbî, İbn-i Sînâ, Şehabeddin Sühreverdi ve İbn Arabî gibi filozoflardır. Plotin’in kozmik akıllar, emanatio (sudûr) ve convertio (uruç) kuramı, İşrak Felsefesinin kurucusu Sühreverdi eliyle İşrak/Nûr kuramına ve İbn Arabî’de determinatio yerine mümkünât ve ayân-ı sâbite ile Vahdet-i Vücûd kuramına dönüştürülmüştür.

“Gnothi seauton” | “Kendini bil”

Tüm bu Hermetik, mistik ve gnostik geleneklerde amaç tek bir önermede verilmiştir. Bu ünlü önerme, Delphi’deki Apollon Tapınağı’nda yazılı olan “Gnothi seauton” yani “Kendini bil” önermesidir.

Bu buyruk, Sokrat’ın dilinde ün kazandı! Sufiler ise onu Muhammed nebinin dilinden duydular ve benimsediler. Yüce ahlâkıyla bilinen Muhammed nebi, bu sözü “Men arefe nefsehû, fekad arefe Rabbehû” diye dile getirmiştir; “Nefsini bilen Rabbini bilir!” demektir.

Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, “Kendinden kendine sefer eyle” derken, Yunus Emre de “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir; Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır” demiştir.

Hünkâr Hâce Bektaş-ı Velî, “Hararet nârdadır, sacda değildir; Keramet baştadır, tâcda değildir; Her ne arar isen kendinde ara; Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir” der.

Tasavvufa göre, herkes “öz deneyim” olarak kendinden sorumludur; herkesin öz sesi, öz nefesi ve öz bakışı vardır. Bilge Kral Süleyman’ın dediği gibi: “İnsanın kendi emeğinin ürününü yemesinden daha tatlı ne olabilir?”

Yunus Emre’nin, “Süleyman kuşdili bilir dediler; Süleyman var Süleyman’dan içeru” derken kastettiği, Bilge Süleyman’ın “simge dili”ni bildiğidir. Süleyman’ın ünlü mabedi de “simgesel bir mabet”tir.

Ankara’da metfun Hâce Bayrâm-ı Velî bir deyişinde, simgesel mabedi şöyle tanımlar:

Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde
Bakıcak dîdâr görünür ol şârın kenâresinde

Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm
Ben dahî bile yapıldım taş ü toprak âresinde

Ol şârdan oklar atılır gelir ciğere batılır
Ârifler sözü satılır ol şârın bazâresinde

Şâkirdleri taş yonarlar yonup üstâda sunarlar
Çalabın ismin anarlar ol taşın her pâresinde

Ol şâr dediğim gönüldür ne âlimdir ne câhildir
Âşıklar kanı sebîldir ol şârın kenâresinde

Bu sözü ârifler anlar cahiller bilmeyip tânlar
Hâce Bayrâm kendi bânlar ol şârın minâresinde

Malatyalı Niyazî’nin deyişleri Tasavvufun en derin anlamlarına dokunur:

İster isen bulasın cânânı sen,
Gayre bakma sende iste sende bul.
Zât-ı Hakk’ı anla gör zâtındır senin,
Hem sıfâtı hep sıfâtındır senin,
Sen seni bilmek necâtındır senin,
Gayre bakma, sende iste sende bul.
Sûreti terk eyle, mânâ bulagör,
Ko sıfâtı bahr-ı zâta dalagör.
Ey Niyazi, şark u garba dolagör,
Gayre bakma sende iste sende bul.
‘Men aref’ sırrına er, ko gafleti,
Gör ne remz eyler bu insan sûreti.
Haşr ü neşr ile tamuyu cenneti,
Gayre bakma, sende iste sende bul!

Tasavvufun en yetkin simalarından Muhyiddin İbn Arabî, “İnsana hayrı veren kendi nefsinden başkası olmadığı gibi, şerri veren de ondan başkası değildir. Kendisini nimetlendiren de, kendine azap eden de kendidir. Öyleyse, kötüleyen kendi nefsini kötülesin, öven de kendi nefsini övsün” diyerek son noktayı koymuştur.

Ve Hermes inisiyelere dönerek, “Nûr sizsiniz; bu Nûr ebediyen parlasın” der.