Hermetik Öğretinin Üçüncü Kuşağında Philon

Hermetik öğretinin üçüncü kuşak takipçilerinden en önemli olanı Mısır İskenderiyesi’nde öğretisini yayan İbrani soyundan Philon’dur. Philon (İ.Ö. 25 – İ.S. 50) en başta Hıristiyanlık olmak üzere, Yahudi ve İslam Tasavvufunu (Theosophy) ve Neoplatonculuk yolu ile felsefeyi derinden etkilemiştir. Philon’un önemi, Mısır’dan çıkıp iki ayrı yolla ve iki ayrı biçimde yayılan Hermetik öğretiyi yeniden birleştirmeyi denemesidir. Bir yandan Musa aracılığıyla İbraniler arasında yayılan Hermetik öğretiyi, diğer yandan Yunan düşüncesi içinde Platon’da felsefesel dizgeye ulaşan Hermetik öğreti açılımlarını, Philon yeni bir sentez ile teozofisine katmıştır.

Yeni Ahit’te İsa’nın çocukluğunda Mısır’a götürüldüğü yazılıdır, ancak İsa’nın yirmi beş yaşlarında ortaya çıkıp öğretisini sunmaya başlaması ve bu yaşına kadar ne ile uğraştığı gösterilemediğinden dolayı çocukluk yılları karanlıkta kalmıştır. Biz burada öğretilerinin benzerlikleri, aynı yıllarda Mısır’da bulunmaları ve İskenderiye’de Yahudi toplumunun içinde Philon’un ünlü ve etkileyici öğretisinin varlığından ve ayrıca bu iki öğretinin Hermetik öğretiyle uyuşmasından hareketle, Philon ve İsa arasında bir bağ olduğu kanısını taşıyoruz.

İsa = Jesus = Yesus = Ye-İsius = Yehova’nın Oğlu
Ye = Y (Yod) = YHWH’nin kısaltılmışı (Kabala geleneğine göre)
Phil(Os) = Sevgi, On = Varlık, Phil-On = Sevgi Varlığı

Platon, ideaları (ideleri) zamanın ve mekânın üstünde gerçek reel varlıklar olarak düşünüyordu. Philon ise, “Tanrı’nın onları düşünmesiyle ideler varlık kazanır diyerek, Platon ve Aristoteles’te görülen Mimar-Tanrı kavramı yerine, Yaratan-Tanrı kavramını ortaya koymuştur. Philon’a göre Tanrı saltık ve en yetkin varlıktır. O, her şeyin tek nedenidir; tümel kudrettir, saltık mutluluktur, belirli bir yerde değildir. Evrenle ilişki için kendine özgü araçlar yaratmıştır. Philon, bu araçları İdeler, Kuvvetler (Melekler) ve Ruhlar olarak sınıflandırmıştır.

“Tanrı, yani saltık varlık Logos ile yansır. Logos ise tanrısal söz olarak (Ruh’ül Kudüs) Tanrısal İnsan’ın (Oğul) İde’sidir.”
“Tanrı, oğlu Logos aracılığıyla, Kaos’tan Kozmos’u yaratmıştır.
“Yeryüzündeki bütün yaratıkların en yetkini olan Adam’dır (Model İnsan). Çünkü Tanrısal İde’yi, bir başka deyişle Logos’u ve en yüksek nitelikleri kendinde toplamıştır.

“Ruhun asıl yaratıcı yönü Zekâdır. Duyular edilgindir.”
“Algıladığımız şeyler, önce ruhumuzda saklanır ki buna ‘içe ait logos’ denir. Dışa çıkınca ise söz biçimini alırlar.”
“Sezgi ve esrime gibi durumlar ise söze getirilemez ve içe ait bilgiler olarak kalırlar.”
“Tanrı’nın Yüzü esrime ile içte bir nur olarak görülebilir. Bunun için arınmalı ve ruhu Bilgi ve Nur ile yüceltmelidir.”

İşte Philon’un bu ve buna benzer mistik düşünceleri özellikle Hıristiyanlık’a yansımış ve Yeni Platonculuk’u etkilemiştir.

Plotinos

Plotinos

Daha sonra Ammonios Sakkas’ın öğrencisi olan (İ.S. 204-270) felsefeyi Philon’un mistik anlatımından arındırarak düşüncelerini Platon benzeri felsefesel kavramlarla ortaya koymuştur. Plotinos, Philon’un yaratma kuramına, “Evren Bir’in (Philon’da Tanrı) sürekli açınımıdır” diyerek karşı çıkmıştır. Bu görüş İslam mistiği İbn Arabi tarafından benimsenmiş ve Varlık Birliği (Vahdet-el Vücûd) olarak kullanılmıştır. Plotinos bu açınımın ya da zuhurun birdenbire değil, sürekli ve evre evre olduğunu vurgulamakla Süreç (process) kavramını öncelemiştir. Philon’un Teistik anlatımına karşın Plotinos Panteist bir tutum içindedir.

Plotinos’a göre, Tanrı, beden ve akıl için aşkın olmasına karşın, yine de bilinebilir ve görülebilir. Ancak bu bilgi artık akla ait bir bilgi değildir. Böyle bir bilgi ancak esrime ile olanaklıdır. Esrime, duyulur olanlardan, bir başka deyişle tikel şeylerden başlayıp derece derece iç algıya ve iç algıdan da geçip bir an için bile olsa yokluğa dalmak, aslına kavuşmak demektir. Bu esrimeyi oluşturan da düşünce ve istençten çok Aşk’tır. Düşünce ve istenç ancak bu aşka yardımcı olabilir. İşte bu yolla kendi aslına kavuşan insan “özgür bir kişilik”e ulaşmıştır.

Hıristiyan Tasavvufu

Augustinus

St Aurelius Augustinus
(354-430) Duyuncun pekinliği, bir başka deyişle insanın bilincini oluşturan iç deneyimlerinde (bellek, anlık/zihin, istenç) edimsel olarak pekin bilgi, us ya da ruha –ki bunlar özdeştir– dolaysız pekinliği sunmaktadır. Ruh dirimli bireyin tüm kişiliğini kapsamaktadır. Birey, özbilinç yoluyla yalnızca olgusal ve bütünsel olarak var olan bir kişi olduğunu değil, ayrıca bellek, anlık ve istenç gibi kendi etkinlik ve güçlerini pekinlikle bildiğini de öğrenmektedir. Böylece birey, kendinden kuşku duyma ediminin kendisinde ne yaptığını anımsamakta; dolaysız deneyimini anlamakta ya da bilmektedir ve davranmayı ya da davrandığı gibi davranmayı isteyebilir. Bu nedenle, insan kişiliğinin üç yanı, “bellek, anlık ve istenç güçleri” olarak, “düşünce, yargı ve istenç kaynakları” olarak ya da “olma, bilme ve isteme etkinlikleri” olarak betimlenebilir.

Ruhun (ya da dünya tininin) en önemli yanı, insana yaşama yetisi veren, esenliğini olanaklı kılan ve dünyayı varoluşa yokluktan (ex nihilo) getirmekten sorumlu olan yeti olarak “istenç”tir. Ruh, bütünsel kişiliğin özbilinçli bir birliğidir. Özdeksel olmayan ruh, bireysel insanın doğuşuna önsel olarak var olamaz; ama insanın doğuşundan sonra ölümsüz bir doğa kazanır ve sonsuza dek yaşamını sürdürür. Ölümsüzlüğü evrenin değişmez gerçekliklerinden pay alması ve böylece özünü, us ve yaşamın bengi süreçleri ile birleştirmesi olgusundan doğmaktadır.

Tüm doğal şeyler, Tanrısal buyruk üzerine dayalı olmakla zorunlu olarak iyiyken, buna karşı doğal süreçlerin herhangi bir yolda zayıflatılması kötüdür. Kötülük yalnızca iyiliğin yokluğudur, olumsuz bir yoksunluk koşuludur. Bir başka deyişle, kötülük; iyilik, güzellik, mutluluk ve erdemin yitişidir. İnsan doğasının kalıtsal bozukluğu, insanın bedelini kazanmak için iyileştirici eylem gereksinimini yaratır.

En yüksek gerçeklik ya da en büyük iyi Tanrı’dır. İstenci bir kez en son hedefine (Tanrı’ya) ulaştığı zaman, tüm çaba sona ermekte ve eksiksiz kutsanmışlık durumunda barışa ulaşmaktadır. Tanrı ve bengi gerçeklik için bu arayıştaki en büyük erdem “Tanrı Sevgisi”dir. İ.S. 476’da Roma’nın düşüşünden Charlemagne’ın İ.S. 800’de İmparatorluğunu kuruşuna dek araya giren dönem “Karanlık Çağ” olarak, anlıksal bir durgunluk dönemidir.

Scotus Erigena (Platoncu)
Olgusal evrenseldir; tikel yalnızca evrenselin açınım sürecini temsil eder.
Realizm: Tanrı reel tözdür.
Universalia Ante Rem: Evrensel, şeylere önseldir.

Anlıksal Bilinç

Duyu Algısı                         Uslamlama

Anselmus
Tanrı saltık olgusaldır, çünkü tüm yüklemleri evrenseldir. Eksiksiz varlık düşüncesi taşıdığımız için, böyle bir varlık zorunlu olarak var olmalıdır. Olgusallıktan yoksun herhangi bir düşünce (kavram) eksikli olacaktır. Eksiksiz bir varlığın yüklemlerinden biri “edimsel varoluş”, başka bir deyişle usa dışsal olan olgusal varoluştur. Evrenseller, tikel nesnelerde var olurlar, ama içlerinde bulundukları tikel nesnelerden ayrı olarak da var olurlar. Tanrı, dünyayı sürekli olarak yaratmakta, onu kendi buluşuyla unutulmaktan kurtarmaktadır. Evrendeki tüm şeylere, eşlemleri oldukları ideal, evrensel ilk örneklere (arketip) katılımları yoluyla olgusallık vermektedir.
Credo ut intelligam: Anlamak için inanıyorum.

Roscelinus (Aristotelesçi – Adcılık)
Evrensel ya da saltık idea, yalnızca genel bir şeyler sınıfı için ortaklaşa bir “ad”dır; şeyleri, belli bir sınıfın üyesi (tözlerin ilinekleri) yapan çoklu ırasallarını simgeleyen bir “sözel ses”tir.
Universalia sunt nomina: Tümeller ya da evrenseller adlardır. Bu demektir ki,
Universale post rem: Evrensel, tikel şeylerden sonra vardır. Yalnızca bireysel olgusaldır. Bu nedenle evrensel kilise olamaz.

Abelardus
Çatışan kanıtların ışığında usun (gerçeklik için uygun ölçüt olarak) eytişimsel yolda çıkarılması gereken vargıyı belirler. Yöntemi usçuluğun yöntemidir.
Intelligio ut credam: İnanabilmek için anlarım. Bir öğretiye Tanrının onu doğru olarak bildirdiği için değil ama yalnızca usun buyrukları nedeniyle inanılması gerekir. Kuşku duymada hiçbir günah yoktur, çünkü kuşku duyan kişi bununla gerçeği araştırmaya götürülmektedir. Törel davranış iyi bir yürek tarafından esinlendirilen “eylem”dir. İstenci ve duyuncu uyum içinde birlikte işlev gören kişi “erdem”li olarak görülmektedir.
Universale neque ante rem nec post rem, sed in re: Evrensel, ne nesneden önce ne de sonradır. Evrensel ya da tümel, tikel nesnelerde var olur; nesnenin kendindedir.

Skolastik’te Aristotelesçilik
Aristoteles’in Arap bilginleri (İbn-i Sina, İbn-i Rüşt) tarafından korunan çalışmalarının kilise tarafından gerçeklik ölçütü olarak kabul edildiği dönem. Ortaçağ felsefesinin bu döneminde düşüncelerinin pek çoğunu Müslüman filozoflardan türeten bir dizi Yahudi filozof önemli ölçüde saygınlık kazanmıştı (Maimonides, vb.). Bu dönemin seçkin Hıristiyan filozofları Albertus Magnus, St. Thomas, Scotus, Ockhamlı William ve iki mistik Bonaventura ve Meister Eckhart’tır.

Aquinalı St Thomas

Aquinalı St Thomas (1224-1274)
Gerçeklik, bir düşüncenin nesnesi ile bağdaşmasıdır. Tanrı’nın düşünceleri, en son olgusal nesnelerin kendileridir. Öyleyse Tanrı kendinde gerçekliktir. Özdek, yalnızca gizil bir şeydir ve olgusal ya da edimsel olabilmek için herhangi bir tikel biçim ya da şekil alması gerekir. Evrendeki sayısız varlık birbirlerinden ayrıdır, çünkü her birinin yalnızca gizil varlık yerine olgusal varlık olabilmek için kendi bireysel biçimini kazanması gerekmiştir. Bu yaratılış sürecinde özdek, biçimle birleşmektedir. Biçimin özdekselleşmesi her nesneye kendi bireyselliğini (principium individiuationis) vermekte ve bununla bir nesne (sözgelimi bir kişi) bir başkasından ayrılmaktadır.

İnsan bilgisi kavramsaldır ve bu kavramlar tikel şeylerin özlerini oluşturan “evrensel biçimler”dir. Bir şeyin evrensel doğası, özü olgusal dünyanın bir parçası olarak nesnenin kendisine içkin olarak var olmaktadır. Ama bu evrensel ırasal (bir nesnenin tözsel biçimi) ayrıca insan anında soyutlandığı zaman, nesnesinden ayrılmış bir düşünce ya da “kavram”dır. Olgusal dünyanın bir parçası olarak, evrensel öz hiçbir zaman nesnesinden bağımsız olarak var olamaz. Evrenseller bireysel nesnelerde var olurlar (Universale in rem). Ancak onlar, Tanrı’nın “an”ında tikel nesnelere önsel olarak (Universale ante rem) ve insanın “an”ında (kavram) tikel nesnelerden sonra (Universale post rem) var olmaktadırlar. Yalnızca Tanrı “arı biçim”dir, tamamlanmamış edimselliktir, bu nedenle özdeksel olmayan ve eksikli olmayandır. Tanrı “arı edim”dir, eksiksiz olarak edimselleşmiştir.

Uslamlama beş tipte olur:
– Devim ya da ilk neden uygulaması
– Etker-nedensellik uslamlaması
– Olanak ve zorunluluk uslamlaması
– Eksiksizlik dereceleri uslamlaması
– Tasar ya da amaçlılık uslamlaması

İnsan ruhunun ölümsüzlüğü, onun özdeksel olmayan doğasına aittir. Ruh, doğası nedeniyle “bengi”dir. Çünkü “arı-biçim”dir ve özdeksel tözün tersine yok edilmeye açık değildir. İnsanın ruhu “arı tin”dir. Anlık ve istenç, ruhun özünü oluştururlar. Ruh bedenden önce, ayrı bir durumda var olamaz. Beden yeterince hazırlandığı zaman ruh yaratılır ve ona aşılanır.

Her yaratığın hedefi kendi için iyi olanı aramaktır ve insanın en yüksek iyisinin Tanrı olması ölçüsünde, en son hedefi Tanrı’yı görmeye ulaşmak olmalıdır. Tanrı’yı gerçekten anlamak ve onunla birlik içinde olmak, olanaklı olduğunca onun gibi olmakla, bu yaşamda öznel olarak başarılabilecek bir şeydir; çünkü onun gibi olmak yalnızca kutsallık değil ama bir “iyilik”tir. Bir iyilik ki kayrılmışlık ya da kutsanmışlık durumu ile, yani insanın gerçek “kendi”sinin olanaklı en tam olgusallaşmasından doğan en yüksek mutluluk durumu ile birdir. İnsanın en mutlu durumu Tanrı’yı görme edimi ile gelmektedir. Tanrı’yı görmek onu sevmektir, çünkü onu sevmeksizin sezgisel ya da düşünsel bir Tanrı görüşüne ulaşamayız. Tanrı, insanın en yüksek iyisi ve yaşamının hedefi, insanı kutsanmış bir varlık yapmakta ve kutsanmışlık her zaman kendisiyle birlikte en yüksek mutluluğu getirmektedir.

Mitler

Ksenophanes

Antik Yunan’da Ksenophanes’in (İ.Ö. 565-470), Homeros ve Hesiodos’un tanrısal mitos anlatımlarını eleştirmesi ve yadsıması sonucunda, mitler din ve metafizikten arındırılmış ve bağımsız bir mitos öğretisi ortaya çıkmıştır. Ancak yaşamdan yansıtılarak oluşturulmuş mitoslar, bu kez yaşamdan kopuk ansal kurgular biçimini almıştır. Günümüzde, psikolojide ortaya çıkan gelişmeler, insan davranışlarının arkasında simgesel (arketipal) bir altyapının etkin olduğunu ortaya çıkarttığı için, “mitos” yeniden önem kazanmıştır. Artık mitosa, bir zamanlar olmuş bitmiş fantastik masallar gözüyle bakılmamakta, aksine, yaşayıp gelen ve halen yaşamakta olan, insan davranışlarını etkileyen ve yaşamın anlamlandırılmasında etkinliği olan bir öge gözüyle bakılmaktadır.

Mitlerin yapısını ve işlevini anlamak, insan düşüncesinin oluşmasına ışık tutacak, duygu dünyasının ve kişilik oluşmasının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Yaşam fenomenlerine istem dışı katıldığı düşünülen mitos, bu yönüyle de ayrıca önem kazanmaktadır. Mitos evreni baştanbaşa simgelerle doludur; bunun için açıklıkla anlaşılmaları güçtür.

Uzun zaman, inanca bağlı ve az gelişmişlik içinde etkisini sürdüren mitlerin, modernleşme, uygarlaşma ve siyasal bağımsızlık ile ortadan kalkacağı sanılmıştı. Gelenekler yoluyla kalan ve masal niteliğinde olan mitlerin etkisini kaybettiği doğrudur; ancak mitosu, bireyin duygu ve hayal dünyasında oluşan, gelişen bir psişik gereksinim olarak ele aldığımızda –modern toplumların modern mitler yarattığı da göz önüne alınırsa– mitlerin halen önemini koruduğu anlaşılacaktır.

Toplumların tarihinden gelen mitlerin duygusal bağını yitirenleri, artık “mitsel özellikler”ini kaybetmiş ve edebiyatın bir konusu durumuna gelmişlerdir. Arkaik toplumlarda mitler kutsal nitelikteydi. Belirli zamanlarda toplanılıp sazlı sözlü okunurlar, böylece topluluğa moral sağlarlardı. Bu gelenek şimdilerde ozanlar aracılığıyla yaşatılmaktadır.

Mitin anlattığı ”öykü”, topluluk üyelerinden başkasının anlayamayacağı, kapalı türden bir “bilgi’ oluşturmaktadır. Bu durum, öykünün, o toplumun ortak kültüründen türetilmiş olmasına ve katılımın (inisiyasyon) derece derece gerçekleşmesine bağlıdır. Mitsel bilgiye, ayrıca bir gücün eşlik ettiğine inanılmıştır. Bu güç ilgili olaya egemen olmanın bir gereğidir. Dikkat edilecek olursa, gücü bilgiye yüklemenin sezgisi burada açıktır. O halde, “Ne tür bir bilgi gereklidir?” sorusunun yanıtı ancak “bilimsel bilgi”de çözülecektir; çünkü insan ancak bilimsel bilgi yoluyla nesne, olay ve olgulara egemen olmayı başarmaktadır. Mitosta bunun sezgisi oluşturulmuştur denebilir.

Yaşamdan yansıtılarak oluşturulmalarına karşın mitler tarihsel değildir. Bir başka deyişle, tarihsel bir zaman ve mekân göstermezler. Mitlerin zamanı ve mekânı aşkındır. Mitler okunduğunda ya da ritüel eşliğinde canlandırıldığında, kişi mitsel zaman ve mekâna geçer. Mite katılır ve onu coşkuyla yaşar. Tarihsel olaylar bir kere olur ve geri dönüşsüzdür, oysa mitler canlandırılıp yaşanabilir. Toplumların yaratıp yaşattığı mitler geleneği yaşatmakla birlikte, özlem, umut ve beklentilerin yansıtıldığı bir geleceğin dünyası niteliğine de bürünmektedir. Bu tür mitler, gerçek yaşamın zorlukları karşısında bunalan insanların, özledikleri yaşamı kurmayı gelecek nesillere bıraktıkları birtakım tasarımlar niteliğindedir.

Bireysel olarak ele alındığında mitos dönemi, ana rahminden konuşmanın başlamasına kadar geçen ve “bebeklik süreci” olarak adlandırılan döneme karşılık gelmektedir. Bilincin altyapısını algılar oluşturmaktadır. Bunlar bebekte bilinçsizce kaydedilir. Bu ilk kayıtlar kişiliğin kökenini oluşturur ve varoluşuna katılarak “algı kalıpları”na dönüşür.

Yetişkinlerde “geri dönüş teknikleri” ile bu bireysel mitos ortamına dönülerek, psikodinamik etkiyle, kişilik oluşmasına etkin ve coşkulu katkı sağlanabilir. Böyle bir durumda, kişi bilinç yoluyla, bilinçsiz, simgelerle dolu kendi mitos dünyasına dalar. Zaman zaman bilinç baskısının kalktığı uyku durumlarında, mitos dünyasından zihin alanına yansımalar olur ve kişi kendi mitosuyla garip bir duygu içinde karşılaşır.

Yapısal olarak “bireysel mitos”a dönüş, bilinç için bir “kaos”a dönüştür. Mistikler birtakım zihin teknikleriyle bu alana girmeyi, orayı bilinçli kılmakla kendi bilinçaltı ve bilinçdışını ele geçirmeyi ve bilinçli varlık olarak kendine egemen olmayı bir tür kurtuluş saymışlardır. Çağdaş psikolojide ise psikanaliz ve benzeri tekniklerle geri dönüşler sağlanarak kişilik bozukluklarının ortadan kaldırılması denenmektedir. Bir başka deyişle, geriye dönüş tekniğiyle anıların bilinçdışı etkilerini bilinçli kılıp tüketmek istenmektedir. Mitosun bilince ve şimdiye olan bilinçdışı etkisi toplumların semiotik ortamında dışsal olarak da bulunmaktadı; başka deyişle, alışkanlık ve davranışlarda yansımaktadır. Bu bağlamda kültürlerin arkaik mitsel simgelerinin analizi gerekmektedir.

Bebeğin konuşmaya başlamasıyla çocukluğa geçişi “mitos”tan “inan”a geçiş aşamasıdır. Bu evrede, çocuk algıladıklarının isimlerini öğrenir, algının simgesel dilinden sözcüklerin simgesel diline geçerek zihinsel ayrışıma uğrar. Bu, bilinçlenmeye ve farkındalığa bir adımdır. Ancak mitosun sanatsal dünyası yerini inanç dünyasına bırakmaktadır; çünkü çocuk, kendisine öğretilen isim ve sıfatların anlamlarına ulaşmadan onları kabul edip bellemek durumundadır. Bu konumda, bilinç, anlamsızlığın şaşkınlığıyla öğrenmenin coşkusunu bir arada yaşar.

Bir mit duygusal bağlılık yönünden içi boşaldığında masala dönüşür. Duyguları etkileme gücünü yitirir. Ansal yorumlama ile de kurgu biçimini alır. Mitler üzerine “rit”ler yoluyla geriye dönüş yapıldığında mistik bir deneyim gerçekleşir. Geriye dönüş düşünce ile yapıldığında ise felsefesel spekülasyon (kurgu) yapılmış olur.

Mit ilk önce metafiziksel kozmogoni ile aşılmıştır. Artık mitsel simgeler arasındaki anlamlı bağ (ritus) yerini düşünceler arasındaki anlam bağına, mantığa (düşünbiçim) bırakmıştır. Metafiziksel kozmogoni bir yandan felsefesel spekülasyon biçimini alırken diğer yandan miti dine dönüştürmüştür. Dinsel mit ise “tarih bilinci” ile aşılmıştır. İnsanın varoluşu, tarihsel bilinç yoluyla, gerçek ve olgusal kavranışına yükselmiştir. Artık, insan kendini mitsel bir varoluş yerine “toplumsal ilişkilerde varlaşan” olarak kavramaya geçmiştir. Mitsel simgeler gömülü olduğu duygu dünyasından bilince yansıdıklarında ide biçiminde kavramlaşırlar. Mitsel simgelerin ansal süreçlerde ideleşmesi duyguları estetik düzeyine yükseltmiştir. Bütün bu değişimlerde mit, bir yaşamsal kategori olarak aşılmış bir biçimde var olmaktadır. Bilincin bilimselliğe yükseldiği düzeyde ise mit “psikoloji” biçimiyle yükseltgenmiş varlığını sürdürmektedir.

Mitlerin geçmişten günümüze gelişi, sözlü, yazılı ve yaşayan okullar aracılığıyla olmuştur. Sözlü olanlar çokça değişikliğe uğramış, yazılı olanlar korunmalarına karşın, akılsal kurguya dönüştürülmüş, yaşayan okullar ise birçok kez kesintiye uğramıştır. Bu yüzden mitlerin öyküleri ve simgeleri karmaşık bir durumdadır. Bu karmaşıklık ancak “temel ritus” ile düzene sokulabilmektedir. Temel ritus ise paradigmal olarak “insan”dır. Bu, “Mitin öyküsü ve simgeleri insan ve onun yaşamına indirgenerek düzene sokulur” demektir.

Paganist (putperest) mitler, insanın karşısında eşyayı, doğa parçalarını ve hayvanları yüceltmiş ve kutsallaştırmıştır. Buna karşın imgesel (imgetapar, hayalperest) mitler doğaüstü imgeleri insanın karşısında yüceltmiş ve kutsallaştırmıştır. Aydınlanmaya temel oluşturan mitler ise, insan yaşamını ve özellikle insan aklının tutsaklıktan ve yanılsamadan kurtuluşunu simgelemiş olanlardır. Ezoterik okullar bu tür mitlerden yararlanmışlardır.

Kendinden önceki mitleri içinde kaynaştıran ve ayrıca mitsel olanı, tarihsel olanı ekleyerek kapsayan dinler popüler olmuştur. Dinlerin, yazılı kültürü kullanmaları, onlara kalıcılık ve yaygınlaşma olanağını tanımıştır. Semitik dinlerde, önce “Aşkın Tanrı” kavramıyla soyutlamaya gidilerek paganlık aşılmak istenmiş (Musevilik); sonra “İçkin Tanrı” kavramıyla “Tanrı Kutu” insana indirgenmiş (Hıristiyanlık); sonra her iki kavramın bireşimine gidilerek “Tevhid Tanrı” kavramı oluşmuştur (Müslümanlık). Dinler, bir yandan yaşamı düzenleyen kurallar koymakta, öte yandan simge ve alegorileri içermekle mitosu korumaktadır. Dinlerin dinamik yanını Theosophia’ya (Gnoss, Tasavvuf) dönüşmüş mitos oluşturmaktadır. Çünkü mitos simgeseldir ve yoruma açık olmakla gelişmeye de açıktır.

Dinlerde en temel mitler (kategorik anlamda):
1- Başlangıç Mitosu         (Genesis, Tekvin, Yaratılış)
2- Kurtuluş Mitosu          (Exodus, Çıkış, Hicret)
3- Kurtarıcı Mitosu          (Mesih, Mehdi, Hızır)
4- Son Mitosu                   (Armagedon, Kıyamet)
5- Diriliş Mitosu               (Ölümden sonra dirilmek, Ölmeden önce ölüp dirilmek)
6- Ütopya Mitosu             (Paradise, Cennet)

“Geriye dönüş” ile mitin canlandırılması ve onun simgeleri aracılığıyla “kendini yeniden kurma isteği” modern toplumlarda da varlığını sürdürmektedir. Ancak, bu kez geriye dönüş, kültür köklerine tarih içinde bir dönüş anlamını taşır ve kavramsaldır.

Avrupa’da toplumsal yaşamın çöküntüye gittiği, gelişmenin önündeki engellerin arttığı Ortaçağ döneminde geriye dönüş (flashback), Batı uygarlığının köklerine, Antik Yunan ve Roma düşüncesine başvuru, bazı kavramların öne çıkartılması, Rönesans’ın doğuşuna ve yeniden yapılanmaya katkıda bulunmuştur. Dinde reform başlatan Protestan harekette de aynı biçimde bir davranış görülmektedir. Kilise babalarının egemenliğini kırmak için İncil’e ve Hıristiyanlığın çıkışındaki deneyimlere dönüş gerçekleştirilmiştir.

Felsefe, aydınlanma döneminin ünlü düşünürü I. Kant’ın antinomilerinde (çatışkılarında) tıkanınca, Hegel tarih bilincinde geriye dönüşle Herakleitos’un düşüncelerinden diyalektik (eytişimsel) yöntemle kavramsal dizgeye geçişi sağlamıştır. Ünlü toplumbilimci K. Marks, flashback yaparak ilkel komünal toplumu başlangıç almış (başlangıç miti benzeri), toplumu dönüştürme ve yeniden yapılanma görevini proleteryaya vermiş (kurtarıcı miti benzeri) ve var olan toplumsal çelişkilerin kalktığı komünal toplum eskatolojisini öngörmüştür (ütopya miti benzeri). Yine bu bağlamda Ruhbilimin kurucusu Freud’un psikanalitik tekniklerine baktığımızda, onun “geriye dönüş” ile kişilik analizleri yaptığın; psişik çelişki, uyumsuzluk ve engellerin çocukluktaki mitsel ortamda oluştuğunu saptadığını görürüz.

Çalışmamızda, genel olarak aydınlanmaya bir kültürel arkatasar (background) ya da zemin oluşturması bakımından, dünya kültürlerini analitik bir biçimde ve birçok yönüyle ele almış bulunuyoruz. Bu kültür ögelerinin yayılması, çeşitli yörelerde ve çeşitli zamanlarda bireşimlere ulaşması bakımından, dönemlere özgü aydınlanma odakları oluşmuştur: Mısır, Yunan, Hint, Ortadoğu, Roma gibi. İlk odaklar daha sonraki dönemlerde girişimler yaparak ve yaşam biçimleriyle uyum sağladıkları ölçüde varlıklarını sürdürmüşler ve yeni aydınlanma odakları oluşturmuşlardır. Çalışma boyunca sıkça belirttiğim gibi, aydınlanma kavramını insanın özgür akla ve onun yaşamına doğru gidişinde bir süreç, aydınlanma süreci olarak ele almaktayız. İnsanın, kendini bir “bilinç varlığı” ve buna bağlı olarak toplumsal bir “eylem varlığı” olarak kavraması çok kolay olmamıştır. Bunun yaygınlaştırılması halen de kolay olmamaktadır.

Tarihte, kültür akımlarının en yoğun biçimde karşılaştığı ortam ise Anadolu’dur. Ancak Anadolu’nun taşıdığı bu büyük kültür yüküne, başka hiçbir topluma nasip olmayacak bu mirasa, üstünde yaşayan insanlar yabancılaşmış bulunmaktadır. İnanç, eğitim, yönlendirme, yanıltma gibi çeşitli nedenlerden dolayı, bu kültür mirasına sahip çıkıp özümseyeceğine, insanımız onu yadsıma gayreti içinde tutulmaktadır. Böylece, Anadolu İnsanı olma bilinci yerine; göçebe, başka yere ait olma, konuk bilinciyle, tedirgin bir toplum kimliği ortaya çıkmaktadır.

Anadolu insanı, yaratılan uygarlıkta payı olmayan, işgalci, barbar diye nitelendirilerek, geldiği yere gitmesi beklenen soyut bir insan konumuna düşürülmüştür. Bütün bunların nedeninin yanlış tarih anlayışı olduğu kanısındayım. Bunun için tarih bilincini yeniden kurmak, var olan gerçekliği bilince taşımak ve özümsemek yoluyla, önce Anadolu İnsanı ve giderek Evrensel İnsan olma kimliğini elde etmeliyiz. Bu bağlamda “arkatasar” oluşturma serüvenimizi sürdürmeye dönelim.


* Metin Bobaroğlu’nun 1994-95 yılları arasında Kadıköy Kültür Sanat Merkezi’nde yürüttüğü “Anadolu’da Aydınlanma” başlıklı çalışmanın kayıtlarından derlenmiştir. Bu konuşma dizisi 2002 yılında Ayna Yayınevi tarafından Bâtınî Gelenek: Hermetik ve Sanskrit Öğretiler adıyla da yayımlanmıştır.