Antik Yunan’da Ksenofanes’in (İ.Ö. 565-470) Homeros ve Hesiodos’un tanrısal mitos anlatımlarını eleştirmesi ve yadsıması sonucunda, mitler din ve metafizikten arındırılmış ve bağımsız bir mitos öğretisi ortaya çıkmıştır. Ancak yaşamdan yansıtılarak oluşturulmuş mitoslar, bu kez yaşamdan kopuk ansal kurgular biçimini almıştır. Günümüzde psikolojide ortaya çıkan gelişmeler, insan davranışlarının arkasında simgesel (arketipal) bir altyapının etkin olduğunu ortaya çıkarttığı için, “mitos” yeniden önem kazanmıştır. Artık mitosa bir zamanlar olmuş bitmiş fantastik masallar gözüyle bakılmamakta, aksine, yaşayıp gelen ve halen yaşamakta olan, insan davranışlarını etkileyen ve yaşamın anlamlandırılmasında etkinliği olan bir öğe gözüyle bakılmaktadır.

Mitlerin yapısını ve işlevini anlamak, insan düşüncesinin oluşmasına ışık tutacak, duygu dünyasının ve kişilik oluşmasının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Yaşam fenomenlerine istemdışı katıldığı düşünülen mitos, bu yönüyle de ayrıca önem kazanmaktadır. “Mitos evreni” baştanbaşa simgelerle doludur; bunun için açıklıkla anlaşılmaları güçtür.

Uzun zaman, inanca bağlı ve az gelişmişlik içinde etkisini sürdüren mitlerin, modernleşme, uygarlaşma ve siyasal bağımsızlık ile ortadan kalkacağı sanılmıştı. Gelenekler yoluyla kalan ve masal niteliğinde olan mitlerin etkisini kaybettiği doğrudur; ancak mitosu, bireyin duygu ve hayâl dünyasında oluşan, gelişen bir psişik gereksinim olarak ele aldığımızda –modern toplumların modern mitler yarattığı da göz önüne alınırsa– mitlerin halen önemini koruduğu anlaşılacaktır.

Toplumların tarihinden gelen mitlerin duygusal bağını yitirenleri, artık “mitsel özellikler”ini kaybetmiş ve edebiyatın bir konusu durumuna gelmişlerdir. Arkaik toplumlarda mitler kutsal nitelikteydi. Belirli zamanlarda toplanılıp sazlı sözlü okunurlar, böylece topluluğa moral sağlarlardı. Bu gelenek şimdilerde ozanlar aracılığıyla yaşatılmaktadır.

Mitin anlattığı “öykü”, topluluk üyelerinden başkasının anlayamayacağı, kapalı türden bir “bilgi” oluşturmaktadır. Bu durum, öykünün, o toplumun ortak kültüründen türetilmiş olmasına ve katılımın (inisiyasyon) derece derece gerçekleşmesine bağlıdır. Mitsel bilgiye ayrıca bir gücün eşlik ettiğine inanılmıştır. Bu güç ilgili olaya egemen olmanın bir gereğidir. Dikkat edilecek olursa, gücü bilgiye yüklemenin sezgisi burada açıktır. O halde, “Ne tür bir bilgi gereklidir?” sorusunun yanıtı ancak “bilimsel bilgi”de çözülecektir; çünkü insan ancak bilimsel bilgi yoluyla nesne, olay ve olgulara egemen olmayı başarmaktadır. Mitosta bunun sezgisi oluşturulmuştur denebilir.

Yaşamdan yansıtılarak oluşturulmalarına karşın mitler tarihsel değildir. Bir başka deyişle, tarihsel bir zaman ve mekân göstermezler. Mitlerin zamanı ve mekânı aşkındır. Mitler okunduğunda ya da ritüel eşliğinde canlandırıldığında, kişi mitsel zaman ve mekâna geçer, mite katılır ve onu coşkuyla yaşar. Tarihsel olaylar bir kere olur ve geri dönüşsüzdür, oysa mitler canlandırılıp yaşanabilir. Toplumların yaratıp yaşattığı mitler geleneği yaşatmakla birlikte, özlem, umut ve beklentilerin yansıtıldığı bir geleceğin dünyası niteliğine de bürünmektedir. Bu tür mitler, gerçek yaşamın zorlukları karşısında bunalan insanların, özledikleri yaşamı kurmayı gelecek nesillere bıraktıkları birtakım tasarımlar niteliğindedir.

Bireysel olarak ele alındığında, mitos dönemi, ana rahminden konuşmanın başlamasına kadar geçen ve “bebeklik süreci” olarak adlandırılan döneme karşılık gelmektedir. Bilincin altyapısını algılar oluşturmaktadır. Bunlar bebekte bilinçsizce kaydedilir. Bu ilk kayıtlar kişiliğin kökenini oluşturur ve varoluşuna katılarak “algı kalıpları”na dönüşür.

Yetişkinlerde “geri dönüş teknikleri” ile bu bireysel mitos ortamına dönülerek, psikodinamik etkiyle, kişilik oluşmasına etkin ve coşkulu katkı sağlanabilir. Böyle bir durumda, kişi bilinç yoluyla, bilinçsiz, simgelerle dolu kendi mitos dünyasına dalar. Zaman zaman bilinç baskısının kalktığı uyku durumlarında, mitos dünyasından zihin alanına yansımalar olur ve kişi kendi mitosuyla garip bir duygu içinde karşılaşır.

Yapısal olarak “bireysel mitos”a dönüş, bilinç için bir “kaos”a dönüştür. Mistikler birtakım zihin teknikleriyle bu alana girmeyi, orayı bilinçli kılmakla kendi bilinçaltı ve bilinçdışını ele geçirmeyi ve bilinçli varlık olarak kendine egemen olmayı bir tür kurtuluş saymışlardır. Çağdaş psikolojide ise psikanaliz ve benzeri tekniklerle geri dönüşler sağlanarak kişilik bozukluklarının ortadan kaldırılması denenmektedir. Bir başka deyişle, geri dönüş tekniğiyle anıların bilinçdışı etkilerini bilinçli kılıp tüketmek istenmektedir. Mitosun bilince ve şimdiye olan bilinçdışı etkisi, toplumların semiotik ortamında dışsal olarak da bulunmaktadır; başka deyişle, alışkanlık ve davranışlarda yansımaktadır. Bu bağlamda kültürlerin arkaik mitsel simgelerinin analizi gerekmektedir.

Bebeğin konuşmaya başlamasıyla çocukluğa geçişi “mitos”tan “inan”a geçiş aşamasıdır. Bu evrede, çocuk algıladıklarının isimlerini öğrenir, algının simgesel dilinden sözcüklerin simgesel diline geçerek zihinsel ayrışıma uğrar. Bu, bilinçlenmeye ve farkındalığa bir adımdır. Ancak mitosun sanatsal dünyası yerini inanç dünyasına bırakmaktadır; çünkü çocuk kendisine öğretilen isim ve sıfatların anlamlarına ulaşmadan onları kabul edip bellemek durumundadır. Bu konumda bilinç, anlamsızlığın şaşkınlığıyla öğrenmenin coşkusunu bir arada yaşar.

Bir mit duygusal bağlılık yönünden içi boşaldığında masala dönüşür. Duyguları etkileme gücünü yitirir. Ansal yorumlama ile de kurgu biçimini alır. Mitler üzerine “rit”ler yoluyla geriye dönüş yapıldığında mistik bir deneyim gerçekleşir. Geriye dönüş düşünce ile yapıldığında ise felsefesel spekülasyon (kurgu) yapılmış olur.

Mit ilk önce metafiziksel kozmogoni ile aşılmıştır. Artık mitsel simgeler arasındaki “anlamlı bağ” (ritus) yerini düşünceler arasındaki anlam bağına, “mantık”a (düşünbiçim) bırakmıştır. Metafiziksel kozmogoni bir yandan felsefesel spekülasyon biçimini alırken diğer yandan miti dine dönüştürmüştür. Dinsel mit ise “tarih bilinci” ile aşılmıştır. İnsanın varoluşu, tarihsel bilinç yoluyla, gerçek ve olgusal kavranışına yükselmiştir. Artık, insan kendini mitsel bir varoluş yerine “toplumsal ilişkilerde varlaşan” olarak kavramaya geçmiştir. Mitsel simgeler gömülü olduğu duygu dünyasından bilince yansıdıklarında “ide” biçiminde kavramlaşırlar. Mitsel simgelerin ansal süreçlerde ideleşmesi duyguları estetik düzeyine yükseltmiştir. Bütün bu değişimlerde mit, bir yaşamsal kategori olarak aşılmış bir biçimde var olmaktadır. Bilincin bilimselliğe yükseldiği düzeyde ise mit “psikoloji” biçimiyle yükseltgenmiş varlığını sürdürmektedir.

Mitlerin geçmişten günümüze gelişi sözlü, yazılı ve yaşayan okullar aracılığıyla olmuştur. Sözlü olanlar çokça değişikliğe uğramış, yazılı olanlar korunmalarına karşın akılsal kurguya dönüştürülmüş, yaşayan okullar ise birçok kez kesintiye uğramıştır. Bu yüzden mitlerin öyküleri ve simgeleri karmaşık bir durumdadır. Bu karmaşıklık ancak “temel ritus” ile düzene sokulabilmektedir. Temel ritus ise paradigmal olarak “insan”dır. Bu, “mitin öyküsü ve simgeleri insan ve onun yaşamına indirgenerek düzene sokulur” demektir.

Paganist (putperest) mitler, insanın karşısında eşyayı, doğa parçalarını ve hayvanları yüceltmiş ve kutsallaştırmıştır. Buna karşın imgesel (imgetapar, hayâlperest) mitler, doğaüstü imgeleri insanın karşısında yüceltmiş ve kutsallaştırmıştır. Aydınlanmaya temel oluşturan mitler ise, insan yaşamını ve özellikle insan aklının tutsaklıktan ve yanılsamadan kurtuluşunu simgelemiş olanlardır. Ezoterik okullar bu tür mitlerden yararlanmışlardır.

Kendinden önceki mitleri içinde kaynaştıran ve ayrıca mitsel olanı, tarihsel olanı ekleyerek kapsayan dinler popüler olmuştur. Dinlerin, yazılı kültürü kullanmaları, onlara kalıcılık ve yaygınlaşma olanağını tanımıştır. Semitik dinlerde, önce “Aşkın Tanrı” kavramıyla soyutlamaya gidilerek paganlık aşılmak istenmiş (Musevilik), sonra “İçkin Tanrı” kavramıyla “Tanrı Kutu” insana indirgenmiş (Hıristiyanlık), sonra her iki kavramın bireşimine gidilerek “Tevhid Tanrı” kavramı oluşmuştur (Müslümanlık). Dinler bir yandan yaşamı düzenleyen kurallar koymakta, diğer yandan simge ve alegorileri içermekle mitosu korumaktadırlar. Dinlerin dinamik yanını Theosophia’ya (Gnoss, Tasavvuf) dönüşmüş mitos oluşturmaktadır; çünkü mitos simgeseldir ve yoruma açık olmakla gelişmeye de açıktır.

Dinlerde en temel mitler (kategorik anlamda) şunlardır:

  • Başlangıç Mitosu (Genesis, Tekvin, Yaratılış)
  • Kurtuluş Mitosu (Exodus, Çıkış, Hicret)
  • Kurtarıcı Mitosu (Mesih, Mehdi, Hızır)
  • Son Mitosu (Armagedon, Kıyamet)
  • Diriliş Mitosu (Ölümden sonra dirilmek, Ölmeden önce ölüp dirilmek)
  • Ütopya Mitosu (Paradise, Cennet)

“Geriye dönüş” ile mitin canlandırılması ve onun simgeleri aracılığıyla “kendini yeniden kurma isteği” modern toplumlarda da varlığını sürdürmektedir. Ancak, bu kez geriye dönüş, kültür köklerine tarih içinde bir dönüş anlamını taşır ve kavramsaldır.

Avrupa’da toplumsal yaşamın çöküntüye gittiği, gelişmenin önündeki engellerin arttığı Ortaçağ döneminde geriye dönüş (flashback), Batı uygarlığının köklerine, Antik Yunan ve Roma düşüncesine başvuru, bazı kavramların öne çıkartılması, Rönesans’ın doğuşuna ve yeniden yapılanmaya katkıda bulunmuştur. Dinde reform başlatan Protestan harekette de aynı biçimde bir davranış görülmektedir. Kilise babalarının egemenliğini kırmak için İncil’e ve Hıristiyanlığın çıkışındaki deneyimlere dönüş gerçekleştirilmiştir.

Felsefe, aydınlanma döneminin ünlü düşünürü I. Kant’ın antinomilerinde tıkanınca, Hegel tarih bilincinde geriye dönüşle Herakleitos’un düşüncelerinden diyalektik (eytişimsel) yöntemle kavramsal dizgeye geçişi sağlamıştır. Ünlü toplumbilimci K. Marks, flashback yaparak ilkel komünal toplumu (başlangıç miti benzeri) başlangıç almış, toplumu dönüştürme ve yeniden yapılanma görevini proleteryaya vermiş (kurtarıcı miti benzeri), var olan toplumsal çelişkilerin kalktığı komünal toplum eskatolojisini (ütopya miti benzeri) öngörmüştür. Bu bağlamda, ruhbilimin kurucusu Freud’un psikanalitik tekniklerine baktığımızda, onun “geriye dönüş” ile kişilik analizleri yaptığını; psişik çelişki, uyumsuzluk ve engellerin çocukluktaki mitsel ortamda oluştuğunu saptadığını görürüz.

Dünya üzerinde kültür öğelerinin yayılması, çeşitli yörelerde ve çeşitli zamanlarda bireşimlere ulaşması bakımından, dönemlere özgü aydınlanma odakları oluşmuştur: Mısır, Yunan, Hint, Ortadoğu, Roma gibi. İlk odaklar daha sonraki dönemlerde girişimler yaparak ve yaşam biçimleriyle uyum sağladıkları ölçüde varlıklarını sürdürmüşler ve yeni aydınlanma odakları oluşturmuşlardır.

Aydınlanma kavramını insanın özgür akla ve onun yaşamına doğru gidişinde bir süreç (aydınlanma süreci) olarak ele almaktayız. İnsanın, kendini bir “bilinç varlığı” ve buna bağlı olarak toplumsal bir “eylem varlığı” olarak kavraması çok kolay olmamıştır; bunun yaygınlaştırılması halen de kolay olmamaktadır.

Tarihte, kültür akımlarının en yoğun biçimde karşılaştığı ortam ise Anadolu’dur. Ancak Anadolu’nun taşıdığı bu büyük kültür yüküne, başka hiçbir topluma nasip olmayacak bu mirasa, üstünde yaşayan insanlar yabancılaşmış bulunmaktadır. İnanç, eğitim, yönlendirme, yanıltma gibi çeşitli nedenlerden dolayı, bu kültür mirasına sahip çıkıp özümseyeceğine, insanımız onu yadsıma gayreti içinde tutulmaktadır. Böylece Anadolu insanı olmak bilinci yerine, göçebe, başka yere ait olma, konuk bilinciyle tedirgin bir toplum kimliği ortaya çıkmaktadır.

Anadolu insanı, yaratılan uygarlıkta payı olmayan, işgalci, barbar diye nitelendirilerek, geldiği yere gitmesi beklenen soyut bir insan konumuna düşürülmüştür. Bütün bunların nedeninin “yanlış tarih anlayışı” olduğu kanısındayım. Bunun için, tarih bilincini yeniden kurmak, var olan gerçekliği bilince taşımak ve özümsemek yoluyla, önce “Anadolu insanı” ve giderek “evrensel insan” olma kimliğini elde etmeliyiz.


* 31 Ocak 1995 KSM toplantısı “Anadolu’da Aydınlanma” başlıklı konuşma kayıtlarından yazıya geçirilmiştir.