Modern uygarlığı kuran dört temel unsur Spor, Bilim, Sanat ve Felsefedir.

Spor hareketin disipliniyle, Bilim bilime özgü kavram ve terimlerle, Sanat imgeyle, Felsefe ise kavramlarla çalışır.

Sanatsal uğraş, tarihin en eski dönemlerinden beri tüm kültürlerde vardır, ama sanat kendi bilincine Antik Yunan’da varmıştır. Bu bir rastlantı değildir, çünkü felsefe, yani insanın kendi düşüncesinin bilincine vardığı yer de burasıdır.

Andrey Tarkovski

“Sanat, ideale özlem duyulan yerde ortaya çıkar ve gelişir,” der A. Tarkovsky. Sonra da şunu ekler: “Sanat olgusu, faydacı bir pratiğin bizden gizlediği tinsel gerçekle iç içe geçmiş bu dünyanın bir simgesidir.”

Tarkovsky’nin sözünü ettiği bu Platonik idea çok tartışmalı bir kavram olmakla birlikte, sanat için idea, en temelde “birlik” ve “bütünlüğü” anlatır. Farklılıkları bir arada tutan “ortak-özü” veya “ortak-biçimi” dile getirir. Sanat yapıtı da kendi özüne bağlı bir bütündür; onun ışıması da işte bu bütünlüktedir.

Sokrat’ın “Kendini bil” önermesi ancak felsefeyle olanaklıdır, sanat ise bu özgür düşünme etkinliğinin estetik ve özgün bir biçimde dışavurumudur. Kendini bilmenin ancak felsefeyle olanaklı olduğu savı, felsefenin hem nesnesinin hem de öznesinin bir ve aynı bilinçte bulunmasında saklıdır. Diğer bilimlerin nesnesi kendi dışından devşirilmiştir.

Aristo’nun dediği gibi, nasıl ki bir başkasının değil de kendi amacı için var olan insana “özgür insan” diyorsak, aynı biçimde “felsefe bilimi”ni de biricik özgür bilim olarak aramaktayız; çünkü felsefe kendi amacı için vardır.

Felsefenin gelişmediği toplumlarda sanatın yadsınması kaçınılmazdır. Özünde sanatçı ve onun sanatı, başka hiçbir kimse, kurum ve kuruluşun amaç ve iradesine hizmet etmez. Bu nedenle de sanatçı daima sorgulayıcı ve eleştireldir.

Sokrat’ın dediği gibi, “Sorgulanmayan yaşam, yaşamaya değmez.” Bu söz öyle kolayca ve sorunsuz yaşama geçirilmemiştir. Sanatın ve sanatçının özgürlük, başkaldırı, yeniden yaratma, var olanı eleştirme itkisi her dönemde siyasi erki rahatsız etmiştir. Bu nedenle faşist, despotik ve totaliter rejim ve ideolojilerde sanat etkinlikleri yasaklanmıştır. Sanatın yerine sanatsal araçlarla propaganda yapma geçirilmiştir.

Bilgelik yani sophia ile sanat birlikte var olurlar. Sophia sıradan insanı “etik insana”, sanat ise “estetik insana” dönüştürür.

Estetik üzerine yapılmış tüm çalışmalar bize şunu göstermiştir: Hem bireyin gelişimi hem de toplumun kültür ve uygarlığı inşasında estetik duyarlık, sanatsal yaratı olmazsa o uygarlık güdük kalır.

Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Sanatı olmayan bir toplumun, hayat damarlarından biri kesilmiş demektir.”

İnsan, arzu nesnelerine onları tüketmek ya da kendi için kılmak için yönelir. Buna karşın sanat ilgisi, sanat yapıtını özgür bırakır ve onun kendi adına varlığını sürdürmesini ister.

Sanat yapıtının biricikliği, tekrarlanamazlığı ve dokunulmaz bütünlüğü onu diğer her şeyden ayırır; bu özgünlük sanat eserini etkili ve çekici kılar. Bir sanat yapıtının ışıması kendi özündendir, ışığını dışardan almaz. Biz onun cismini dışardan aydınlatırız, ama deyim yerindeyse o, bizi kendi sanatsal ruhuyla aydınlatır.

Teknoloji dünyayı yararlı kılar, Felsefe onu açıklar, İdeoloji değiştirir, Sanatçı ise yeniden yaratır.

Günümüz dünyasında, genel ve yaygın eğitim ve diğer bazı faktörler insanları birbirine benzer kıldı ve sıradanlaştırdı. Modernite bireysel özgürlüklerin güvencesi olurken, diğer yandan Modernizm bir sistem olarak tüm dünyayı tek tipleştirmede kendi özgürlük ilkesine karşı bir gelişmeye de imza attı. Korkulan sürü bilincidir; sanatçıdan beklenen ise fark yaratmaktır.

Bir sanatçının her eseri tek tek bağımsız ve bütünlüklü eserler ise de, sanatçı tek tek eserlerinden kalkarak anlaşılamaz. Sanatçı, eserlerinde kendini dışavurur, ama kendisi onların arkasında akan bir yaşam sürecine aittir. Her eser filmin birer karesi gibidir, ama filmin bütününü vermez.

Sanat eserini bir ağaç simgesiyle anlatacak olursak, kökleri kültürün içine dalmıştır ve onun özsuyuyla beslenirken dalları, yaprakları diğer kültürlerin yağmurlarıyla ıslanır; çiçekler ile meyvelerini evrensel uygarlık uzamına armağan eder. Artık o herkesin malı olmuştur; belirli bir kültür ve yerellikten yükselmiş ve yücelmiştir.

Mayalanma ve kök salma olmaksızın sanat ağacı çiçek açmaz; çiçek vermeyen ağacın kökü örtük bir güç olarak kalır, buna karşın köksüz çiçek de kurur, meyve vermez. Mayalanmaya kültür, köke gelenek dersek, çiçek de uygarlık çiçeği olacaktır.

Modernliğin ilk filozofu Hegel’in sınıflamasına bağlı kalarak:

1- Sembolik dönem: Antik Mısır Mimarlık sanatı
2- Klasik dönem: Antik Yunan Heykel sanatı
3- Romantik dönem: Avrupa Resim, Müzik ve Şiir sanatı
4- Modern dönem: Modern sanatın ilkesi sürekli değişimdir.

Boris Groys’un Sanatın Gücü adlı kitabında dediği gibi; “Modern sanat, Aydınlanma Çağı’nın Ateizm ile Hümanizminin bir ürünüdür.”

Modern sanat kökten çoğulcudur; öyle ki çağdaş sanatı temsil edecek tipik bir örnek sanat eseri bulunmamaktadır. İmgenin iktidarına karşın, tüm imgeler eşitlenmiştir. Demokrasilerde herkesin oyu aynı değerdedir; ancak tüm görüntülerin eşitliği, estetik beğeni düzeyindeki çoğulcu ve demokratik eşitliği aşar.

Marcel Duchamp

Duchamp, sanatsal yaratıyla sanatsal seçimi özdeş kıldı. Bu önerme, sanatçıyla küratörü aynı zeminde birleştirdi; her şey enstalasyonun bir parçası haline geldi.

Bu düşünce, kökenini varoluşçulukta bulur: J.P. Sartre bir keresinde, “İnsan var olmak için kendisini seçer dediğimizde, her birimizin kendisini seçmesi gerektiğini de söylemiş oluruz. Ama bununla, aynı zamanda, insanın kendisini seçerek tüm insanlığı da seçmiş olduğunu kastederiz. Çünkü sonuçta, insanın kendisini, var olmak istediği gibi yaratmak üzere yapabileceği tüm eylemler arasında, aynı zamanda, onun var olması gerektiği bir insan imgesini yaratmayacak bir eylem yoktur. Şunu ya da bunu seçmek, aynı zamanda seçilmiş olan şeyin değerini onaylamaktır,” demiştir.

Romantizm, popüler üslubun ilk örneğiydi; demokrasiden doğmuştu ve kitlelerce kabul gördü, kitlelerin ortak beğenisini besledi. Buna karşın, imge yitimi ve karşıtlığının da neden olduğu Modern Sanatın bir karakteristiği, kamuoyunu anlayanlar ve anlamayanlar diye ikiye bölmesidir. Bu yeni sanat, anlayanların geniş kitlelerin karşısında çok az ama farklı bir insan türüne ait olduğunu imler.

Modern sanatın, romantik sanat gibi herkese değil, yalnızca özel yeteneği olan bir azınlığa seslendiği açıktır. Bu nedenle, kitlelerde rahatsızlık yaratır.

Yüzyıllar süren bir halk dalkavukluğu ve halk övgüsünden sonra üstün olmaya alıştırılmış kitleler, bu yeni sanatın, daha duyarlı ve ayrıcalıklı sanatın karşısında öfkeye kapılıyor.

İmge yitimi, modern sanat eseri karşısında etkileyici hikâyelerden başka bir şey aramayan ve hayalini buna uyarlayan kişi için görünmez olur.

Jose Ortega Y Gasset

Jose Ortega Y Gasset, “Çoğu insan algısal aygıtlarını sanat eseri denen pencere ve saydamlığa göre uyarlamayı beceremez. Onun yerine dosdoğru bakar ve eserin ele aldığı insani gerçeklikle oyalanırlar. Kendilerine içerikten bağımsız olarak sanat eserinde ne gördükleri sorulduğunda, böyle bir şey görmediklerini söylerler; gerçekten de görmezler, çünkü oradaki sanatsal saydamlıktır ve bir tözden yoksundur,” demiştir.

Gasset’e göre, modern sanatın en genel karakteristik eğilimi, “insansızlaştırma” eğilimidir. Canlı bedenlerin yuvarlak ve yumuşak biçimleri günümüz sanatçısına itici gelir; onun yerine geometrik kalıplar koymayı yeğler. Bu yeni bir şey değildir. Tarih öncesi sanatın evriminde de, sanatsal duyarlığın canlı biçimi aramakla başladığını, sonra onu bırakarak soyut göstergelere, kozmik ya da hayvansal biçimlerin kalıntılarına döndüğünü görürüz: Yılan kıvrımlar olarak üsluplaşır; güneş svastika olur.

Modern sanatın bir başka karakteristiği ise “dünyevileşme”dir. Ateist ve hümanist bir karakterdir bu. Kalıcılığa karşı geçicilik, geleneğe karşı yenilik, ikona kırıcılıkta kendini bulmuştur. Hıristiyanlığın ikona-seviciliğine ve göksel otoritesine karşın, insanın kendi seçimlerine ve eylemlerine yazgılı olduğu kabulü modern sanatı tanımlar.

Modern sanat sanatsal geleneğe de karşıdır. Ona göre sanatsal gelenek sanatçının dünyayla olan ilişkilerine bir çevirmen gibi karışır. Bu nedenle, müzelere karşı bir tutum geliştirilmiştir.

Kilisenin veya ideolojilerin imgesel iktidarına karşı çıkarken, modern sanat, giderek imgenin iktidarını da yadsıdı.

Modern sanatın ikona kırıcı tavrı, gücünü ironiden alır. Aslında modern sanat, ironiyi, onu estetiğin kategorisi sayan Romantik dönem kuramcıları olan Schlegel kardeşlerden ödünç almıştır. Modern esin, her yönüyle ironiktir; onun neşeli niteliği buraya varır. Umberto Eco’nun Gülün Adı adlı eserinde, Aristo’ya ait bir komedi kitabının saklandığı bir manastırda soruşturmaya giden bir keşiş ile bu kitabın okunmasına engel olmak için onun sayfalarına zehir süren başrahip arasında şöyle bir konuşma geçer:

– Neden bunu yaptın?
– Çünkü insanlar onu okuyunca gülecekler.
– Ama insanlar o kitap olmasa da gülecekler.
– Evet, gülecekler ama gülmelerine meşru bir kaynak bulamayacaklar.
– Neden bunu önemsiyorsun?
– İnsanlar gülerlerse korkuları kalmaz; korkuları kalmazsa kilisenin de otoritesi kalmaz.

(Kilisenin Aristo’yu aziz ilan ettiğini hatırlayarak) ironi ilkesine göre sanatçı olmak, ciddi insanı ciddiye almamak demektir.

Modern sanatın bu tutumuna karşı şu sorulabilir: Tüm geleneksel sanata saldırmak, aslında sanata saldırmak demek değil midir? Eğer bugüne kadar yapılan sanat değilse, o halde sanat nedir?

Bir şeyin sanat olup olmadığına karar vermek kimin işidir? Ya da bir sanat eserinin iyi ya da kötü olduğuna kim karar verir? Sanatçı mı, küratör mü, sanat eleştirmeni mi, koleksiyoner mi, yoksa tümüyle sanat sistemi mi, sanat piyasası mı, kamuoyu mu?

Sanat izleyicisinin demokratikleşmesi, halkın eğitilmesi, sanatın takdiri için yeterli değildir. Çünkü sanat her zaman kalıpları kırarak gelişmiştir.


Kaynakça:

1- Barthes, R., “Eserden Metne” 1971, Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi, 2011.
2- Satre, J. P., “Varoluşçuluk Bir Hümanizmdir” 1946, Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi, 2011.
3- Ortega y Gasset, J., “Sanatın İnsansızlaştırılması” 1925, Sanat ve Kuram 1900-2000 Değişen Fikirler Antolojisi, 2011.
4- Groys, B., Sanatın Gücü, 2013.